Avrupa Parlamentosu seçimlerinde elde ettikleri başarı ile Avrupa genelinde güçlü bir sarsıntıya sebep olan aşırı sağcılar, AB’yi yıkma hedeflerini daha güçlü bir şekilde dile getirmeye başladı. Peki, bu güce gerçekten sahipler mi?
Önümüzdeki 5 yıl boyunca Avrupa Parlamentosu’nun (AP) politikalarını belirleyecek 751 milletvekili, Avrupa Birliği (AB) üyesi 28 ülkede yapılan seçimlerle belirlendi. Oy kullanma oranının birlik genelinde yüzde 43’te kaldığı seçimlerde merkez partiler ciddi oranda oy kaybetmelerine rağmen sandıktan birinci çıkmayı başardı. Öte yandan aşırı sağcı ve AP karşıtı marjinal partiler birçok ülkede tarihî başarı elde etti. Fransa, İngiltere ve Danimarka’da sandıktan birinci çıktılar. Avusturya, İsveç, Finlandiya, Macaristan, Almanya gibi ülkelerde ise oylarını önemli oranda artırdılar. Bu durum akıllara "AB’nin sonu mu geliyor?" sorusunu getiriyor.
Fransa’da rakiplerine ciddi fark atarak sandıktan zaferle çıkan Ulusal Cephe (NF) lideri Marine Le Pen, seçim sonuçlarını "AB’yi içeriden yıkacakları yolculuğun başlangıcı" olarak değerlendirirken; İngiltere’de hem iktidar hem de ana muhalefet partisini geride bırakarak ipi göğüsleyen aşırı sağcı Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP) lideri Nigel Farage, şöyle dedi: "İngiltere’nin AB’den ayrılmasını istemiyorum, AB’nin AB’den ayrılmasını istiyorum."
Benzer açıklamaları Avrupa’nın değişik ülkelerinde oy oranını artıran aşırı sağcı liderler de sık sık tekrarlıyor. Hâl böyle olunca AB’nin geleceğine dair endişeler artıyor. Birçok kişi aşırı sağ yükselişin AB’nin sonu olacağını ve AB’nin yıkılacağını açıkça dile getirmeye başladı. Aşırı sağ ile taban tabana zıt olmalarına rağmen AB karşıtlığı konusunda benzer düşüncelere sahip olan marjinal ve aşırı solcu partilerin de oylarını yükseltmiş olması söz konusu endişeyi artıran bir diğer neden.
Aşırı sağ nasıl başardı?
Aşırı sağın seçim başarısı aslında merkez partilerin başarısızlığından kaynaklanıyor. Son 10 yıl içerisinde geniş kitleleri peşinden sürükleyebilecek karizmatik liderler çıkaramayan merkez partiler, seçmenleri değişik arayışlara itiyor. Öte yandan hâlihazırda Avrupa’nın tamamında iktidarda bulunan merkez sağ ve merkez sol partiler karşılaştıkları her ulusal sorunda topu Avrupa Birliği kurumlarına atmayı alışkanlık hâline getirdi. Yaşanan ekonomik krizlerin, artan işsizliğin ve giderek büyüyen mülteci sorunlarının kaynağı olarak hep birlik politikaları gösterildi. Bir anlamda merkez partilerin ulusal çıkarları karşısında günah keçisi ilan edildi Avrupa Birliği. Bu da ister istemez seçmenlerin, Avrupa Birliği bünyesindeki kurumlara olan güvenini sarstı. Avrupalıların yüzde 57’sinin AP seçimlerinde oy vermeye tenezzül bile etmemesinin arkasında biraz da bu var. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde merkez partilerin politikalarında ciddi değişiklikler beklenebilir. Seçim sonuçlarını ‘bütün Avrupa’yı sarsan bir deprem’ olarak değerlendiren Fransa Başbakanı Manuel Valls, bunun ilk işaretlerini vermişti. Benzer açıklamalar seçimin hemen akabinde Brüksel’de bir araya gelen diğer AB liderlerinden de geldi. Yaklaşık 5 saat süren toplantı sonrası bir açıklama yapan İngiltere Başbakanı David Cameron, Avrupalıların değişim talebini şu sözlerle ifade etti: "Avrupa Birliği’nin bu sonuçları omuz silkerek rafa kaldırıp şimdiye dek yaptığı gibi işine devam etmesi mümkün değil. Değişime ihtiyacımız var.’’
Söz konusu değişimin önümüzdeki dönemde ne şekilde tezahür edeceği merak konusu. Merkez partiler, oylarını artırmak için aşırı sağa mı kayacak yoksa tam tersi bir tutum sergileyerek birlik yanlısı politikalara mı ağırlık verecek? Hem Avrupa Birliği’nin hem de AB içerisinde yaşayan milyonlarca Müslüman göçmenin gelecekteki refahı merkez partilerin bu kararına bağlı.
http://ift.tt/1uQ56NQ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder