5 Eylül 2014 Cuma

‘Yeni Türkiye’ ve ‘1920 Ruhu’

‘Yeni Türkiye’ ve ‘1920 Ruhu’


Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem seçim sürecinde ve hem de seçilip görevi devraldıktan sonra bâzı temalara ağırlıklı yer verdiğini biliyoruz.




Bunlardan en popüler olanı “yeni Türkiye”, diğeri “dâvâ” ve nihâyet “23 Nisan 1920 ruhu”. Bu kısa yazıda şu 1920 ruhu teriminin anlam ve önemi üzerinde biraz durmak niyetindeyim. Nedeni, Cumhuriyet öncesi dönemin en önemli belgesi olan 1921 Teşkilât-ı Esâsiye Kânunu’nun (kısaca 1921 AY’nın) târihimizde bir istisnâ oluşturduğuna önem verilmesi gerektiğini düşünüyorum. 1921 AY’nın istisnâî niteliği de, her şeyden önce yapılışındaki “kurucu iktidar” özelliğinden geliyor. 1876 Anayasası’nda kurucu iktidar “Pâdişah” gibi görünüyorsa da, Pâdişah bu kuruculuk niteliğini bürokrasi ile paylaşmış vaziyette. Dolayısıyla, niteliği îtibâriyle “ferman anayasa” ama yapıcısı “askerî-sivil bürokrasi”. 1924 Anayasası, Cumhuriyet’in Kemalist anayasası, kurucu iktidar “millet” gibi görünse de aslında Kemalist tek-partinin güdümünde bir TBMM’nin yaptığı dolayısıyla Kemalist kadronun kuruculuk işlevini yerine getirdiği bir anayasa. 1961 ve 1982 için ise fazla söze gerek yok: doğrudan askerî darbe dönemlerinin ürünü olan ve yine askerî-sivil bürokratik kadroların ürettiği anayasalar. 1921 AY bu açıdan bir istisnâ: BMM tarafından yapılan, bu anlamda kurucu iktidarın doğru anlamda halka ait olması gerektiğini emreden ideale en yakın düşen anayasa. Kezâ bu anayasanın içeriğinde de, örneğin bugün haklı olarak hayatî önem verdiğimiz Kürt sorununun siyâsî çözümü sürecine ışık tutabilecek “özerklik” gibi düzenlemeler var.


Cumhurbaşkanı Erdoğan, Anıtkabir defterine “23 Nisan 1920’de ilk adımlarını attığınız büyük Türkiye ruhunun, özünün, hayal ve ideallerinin dirildiği gün” diye yazarken acaba ne kastediyordu? Kendileri açıkça anlatmadıkları sürece, bunu tam olarak bilmemiz mümkün değil. Ancak, “1920 ruhu” olarak iki kelimeye indirgeyebileceğimiz bu ifâdenin içeriğini anlamak bakımından 23 Nisan 1920 ve sonrasına bakabiliriz. Bu bakışta amaç, bugünün iddiâ edildiği üzere “yeni Türkiye”sine (hattâ yine Erdoğan tarafından ünlenen bir diğer terimle “yeni Türkiye sosyolojisi”ne) dâir ne gibi esin kaynakları bulabiliriz sorusunu cevaplandırmaktır tabiî.


23 Nisan 1920, mâlûm Büyük Millet Meclisi’nin toplandığı gün. Erdoğan’ın da vurguladığı üzere, 23 Nisan olmasının sebeblerinden biri, BMM’nin açılışını Cuma gününe denk getirmek ve o “mübarek” günde “dua” ile açmak. Doğru, çünkü BMM’nin temel gâyesi, me’âlen “hilâfet ve saltanat makamını esaretten kurtarmak”. Yeni bir devlet kurma gâyesi başlangıçta yok. BMM’nin bir kısım üyesi dağıtılmış olan Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının üyelerinden oluştuğu gibi, BMM’nin ilk ele aldığı görüşme konusu, Meclis-i Mebusan’ın dağıtılmadan önce müzakere etmekte olduğu konu: “ağnam vergisi”. Bu da devamlılığı vurgulayan nokta.


Ancak, BMM “olağanüstü” bir durumda toplandığının da bilincinde, dolayısıyla yetkilerinin de olağanüstü olması gerektiğini biliyor. İşte “selâhiyet-i fevkalâdeyi hâiz” bir Meclis olarak, Kanun-ı Esâsi’yi yürürlükten kaldırmadan, kendi varlığını ve hukukî niteliğini belirleyen bir kânun yapıyor. Bu kânun, mâhiyeti gereği temel bir kânun olduğu için, adı da “Teşkilât-ı Esâsiye Kânunu” oluyor. Dikkatinizi çekerim: Hem Kanun-ı Esâsi yürürlükte, hem Teşkilât-ı Esâsiye Kânunu var. Bugünki dille biri “esas kânun” (Anayasa), diğer “temel örgütlenme kanunu” (ki ona da anayasa diyoruz artık. Oysa 1921 AY sâdece BMM’nin hukukî varlığını, niteliğini, yetkilerini, ve yasama ve yürütme ilişkilerini düzenliyor. O yüzden de kısacık, 23 maddelik bir metin.


“1920 ruhu” bu metinde mevcut. Birinci madde egemenlik kayıtsız şartsız milletindir dedikten sonra, çok önemli bir hüküm getiriyor: Yönetim usulü “halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idâre etmesi esâsına dayanır. Yâni, daha sonraki maddelerde düzenlenmiş olan vilâyet ve nâhiyelere (bucaklara) hukukî kişilik ve muhtariyet (özerklik) tanıyan ve buralardaki idâreyi yerel meclisler ve seçilmiş vâliler eliyle gerçekleştirmeyi hükme bağlayan bir usûl. “1920 ruhu”, bugünkü terimle bölgesel demokratik özerklik kavramı içinde halkın kendi kendisini mümkün olduğu kadar adem-i merkeziyetçi bir biçimde idâre edebilmesi demek. “Adem-i merkeziyetçi demokratik katılım”, bugünün “yeni Türkiye”sinin sorunlarına çözüm için bir ilham kaynağı olma anlamında 1920 ruhunun olmazsa olmazıdır.


“1920 ruhu”nda var olan ikinci önemli nokta “meclis üstünlüğü”dür. 1921 AY’sının 3. maddesine göre “Türkiye Devleti Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükûmeti “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” ünvanını taşır.”. Buradan bugün için çıkarabileceğimiz sonuç, siyâsî iktidarın “kişi”de değil, “kurul”da (seçilmiş temsilî hey’etlerde) iktidarda toplanmasıdır. Bu “toplanma”, çağdaş demokratik sistemlerin “kuvvetler ayrılığı” ilkesine aykırıdır. Kuvvetler birliği esasına dayanan bir meclis üstünlüğü, bugünün Türkiye’sinin gerek duyduğu özgürlükçü düzene esin kaynağı olması zordur. Ama, meclis üstünlüğü fikrini esas alıp bunu çift meclisli bir yasama düzeni içinde ve bağımsız yargı denetimi desteğiyle yeniden inşâ etmenin önünde de bir engel yoktur. Kuşkusuz, en olmayacak şey “1920 ruhu”ndan Erdoğan ve destekçilerinin seçim sürecinde vurguladıkları gibi bir “başkanlık sistemi” türetmektir. Bu, mümkün değildir ve bugün 1920’deki BMM’nin Gazi Mustafa Kemal’e dahi vermekte kıskanç davrandığı yetkileri kendisinde toplamak isteyen bir “başkanlık” arayışı vardır ki, bu arayışın 1920 ruhu ile hiçbir alâkası yoktur.


Son olarak, “1920 ruhu”nun kilit terimlerinden “millet” ve “halk” kavramları üzerinde durmak gerekmektedir. 1920’de millet terimi, millî mücâdele teriminde de olduğu gibi, Osmanlı’daki dinî mânâsıyla ve “İslâm milleti” anlamında kullanılmıştır. Halk da, 1920 BMM zabıtlarında da açığa çıktığı üzere, “emeğiyle geçinen Müslüman” ahaliyi anlatmaktadır. Bir siyâsî özne olarak halk, burada “Müslüman erkeklerden oluşan kitle”dir. Erdoğan da, Mustafa Kemal gibi, “halk”ı 1920 ruhuna uygun olarak “anasır-ı İslâmiyye”den ibâret mi görmektedir? Buna dâir işâretler var ve böyle bir görüş bugünün “yeni Türkiye”sinin çoğulcu niteliğiyle de, çağdaş demokratik ilkelerle de bağdaşmamaktadır. Belirtmek gerekir ki, 1920’nin “İslâm milleti” ve “Müslüman halk” anlayışı ile 1924 sonrasının “Türk milleti-Türk halkı” özdeşliğindeki tekçi anlayışlar bugünün sorunlarına çözüm için esin kaynağı değillerdir.


Sonuçta, 1920 ruhu diye bir şey varsa bu, ancak günümüz Türkiye’sinin demokratik çözüm bekleyen sorunları için adem-i merkeziyetçi halk katılımı bağlamında dile getirebileceğimiz bir “târihî” emsâl olarak anlam taşımaktadır. Bir de tabiî “Türkiye tipi başkanlık arayışı”nın temelsizliğinin kanıtı olarak da 1920 ruhuna müracaat edilebilir.



http://ift.tt/1xjU209

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder