21 Eylül 2013 Cumartesi

Hac öncesi helalleşme

Hac öncesi helalleşme


Güzel bir âdettir, örftür, gelenektir, görenektir hacca gidecek olanların hac öncesi helalleşmesi. Yanlış anlaşılmasın; âdet, örf, gelenek, göreneği bir çizgide sıralamam bu kavramlar arasında fark olmadığını göstermez; dayanmış olduğu dini, tarihi ve kültürel temeller itibarıyla elbette bunlar arasında fark var. Buna rağmen böyle yapmam biraz lafın gelişi; biraz da Edirne’den Kars’a kadar halkımız arasında genel kabul görmüş bir uygulama olması dolayısıyladır.




Hiç düşündünüz mü hac öncesi bu helalleşmenin dayanağı nedir diye? İhtimal düşünmüş ve biliyorsunuzdur; kul hakkı. İyi ama bu kul hakkının hac ile alakası ne? Eğer ortada helalleşmeyi gerektiren bir hak söz konusu ise, neden hemen helalleşilmiyor da hac öncesine kadar bekleniyor? Ecelin gizli olduğu ve ölümün her an başımıza gelebileceği gerçeğine binaen, helalleşmeyi gerektiren bir hakkın olduğunu fark ettiğimiz anda; her işimizi bırakıp helalleşme arayışı içine girmeli değil miyiz? İnancımız bunu gerektirmez mi?


Eğri oturup doğru konuşalım; gıybet ederek, suizanda bulunarak, yalan söyleyerek, alışverişte aldatarak, mahkemede yalancı şahitlik yaparak ve benzeri nice ete-kemiğe bürünmüş amellerle kul hakkına girdiğimizin farkındayız ama helalleşmede aheste revlik ediyoruz. Belki onurumuza, yanlış anladığımız izzetimize yediremiyoruz. Yanlış yapıyoruz ve ihtimal ahirete gidince, hesap-kitap-mizan gerçeği ile yüz yüze gelince anlayacağız yanlış yaptığımızı. O zaman da iş işten geçmiş olacak. Hatta öyle vak’alar var ki bırakın arkadaşı, dostu; öz be öz kardeşler arasında yıllardır devam edegelen küslükler, dargınlıklar var.


Hatta anne-baba ile evlatları arasında, bir adım daha atayım eşler arasında aynı türden kırgınlıklar var. Ve taraflar Nuh deyip Peygamber dememe inadını gösteriyorlar. Ne küçük küçüklüğünü bilip barışmak için bir adım atıyor; ne büyük büyüklüğünü bilip “ben de yanlış yapmış olabilirim” özeleştirisiyle geri adım atıyor. Ne haklı, “haklı insaflı olur” düsturuyla affa yanaşıyor; ne de haksız, haksız olabilirim düşüncelerine kapılarını açıyor.



Altında hep ‘dünya’ yatıyor

Aslında bu tur vak’aların derinlemesine içine girip bir baksanız; karşınıza dünya çıkıyor. Meblağ ne kadar çok olursa olsun para; ne kadar büyük olursa olsun arsa-tarla ve yukarıda bir cümle ile ifade ettiğimiz ve bana göre yanlış anladığımız onur, izzet ve haysiyet çıkıyor.


Benim sözünü ettiğim helalleşme işte tam bu aşamada ayrı bir önem kazanıyor. İster maziye doğru uzanan küskünlük ve dargınlıklar isterse küslük-dargınlık olmasa da karşılıklı ticari ilişkilerin, sık dokulu beşeri münasebetlerin sebebiyet verdiği haklardan dolayı helalleşmede hac devreye giriyor. Bizzat şahidi olduğum onlarca örneğin şehadetiyle sabit ki hac, o ana kadar barıştırma adına araya giren hatırlı kişilerin yapamadığını yapıyor ve adeta bir sihirli değnek gibi tarafların her şeyi bir kenara atmasına, barışmasına ve hepsinden önemlisi helalleşmesine vesile olabiliyor.


Güzel mi bu? Elbette çok güzel. Ferdi ve içtimai, dünyevi ve uhrevi hayatımız için faydalı mı? Hiç şüphesiz faydalı. Güzel ve faydalı ama bu benim “Neden hac ve neden şimdi?” sorusunu cevaplamıyor. Sözü fazla uzatmadan cevabını ben vereyim; çünkü Efendimiz (sas) “Kim ihlaslı olarak hacca gider, bu esnada kötü söz ve davranışlardan sakınır ve günahlara bulaşmazsa –kul hakları hariç- annesinden doğduğu gün gibi günahlarından arınmış olarak vatanına döner.” buyuruyor. İşte insanımız Efendimiz’in (sas) bu hadisinde vermiş olduğu annesinden doğduğu gün gibi ak ve pâk olma müjdesini kaybetmek istemiyor. Düşünebiliyor musunuz, ahirete, cennet ve cehenneme inanmış ve günahlara bata çıka bugünkü yaşına gelmiş bir mümin için annesinden doğduğu gün gibi ak ve pâk olma; basite indirgenecek, “aman canım sen de” diyerek elinin tersiyle itilecek bir fırsat mıdır bu? Tabii ki değil.


Aynı istikamette bir başka hadiseyi daha nakledeyim; Ubade b. Samit anlatıyor. Veda haccında Efendimiz (sas) Arefe vakfesi sonrası Müzdelife’ye gitmeden önce şunu söylüyor: “Allah bugün size büyük bir lütufta bulunmuş ve aranızdaki haklar hariç günahlarınızı affetmiştir.” Dikkat ettiniz mi ilk hadiste mana, muhteva ve mantuku esas alıp “kul hakları” diye izah getirdiğimiz “kötü söz ve davranışlardan sakınır, günahlara bulaşmazsa” sözünü, Ubade b. Samit rivayetinde Allah Rasulü (sas) “aranızdaki haklar” diyerek açıkça ifade ediyor.


Konuşmanın devamında söylediği bir başka beyan daha var ki Efendimiz’in (sas) verdiği apaçık bir müjde bu ümmet-i Muhammed için. Ehemmiyetine binaen onu da kaydedeyim: “Sizin iyileriniz sebebiyle kötülerinizi de bağışlamış; iyilerinize de isteklerini vermiştir. Haydi şimdi Allah’ın ismiyle Müzdelife’ye doğru hareket ediniz.”


Evet; hac öncesi helalleşmenin bu kadar yaygınlık kazanmasında mebrur haccın insanı annesinden doğduğu gün gibi günahsız, masum yapacak olmasının rolü büyük. Bu tesbit ve yorum üzerine şimdi soralım; bunu hakkıyla değerlendiriyor muyuz? Aslında olması gereken haccı beklemeden helalleşmek ama diyelim ki bekledik, bugünlere geldik ve bir ay sonra hacca gideceğiz; haklı da olsak, haksız da olsak karşılıklı hak ve hukukumuzun olduğu kişilerle helalleşecek miyiz? Niye bu soru? Çünkü bu gerçeğe ve bu fırsata rağmen inadına kurban olup helalleşmeyenler de var aramızda. Bir inad, maddi bir çıkar, yanlış anlaşılan onur ve izzet uğruna annesinden doğduğu gün gibi tertemiz olma fırsatını kaçıranlar da var.



‘Ben’i şimdiden eritelim

Ne olur; gelin inad etmeyelim. Allah inadı insanlara hakta sebat için vermiştir. Bu duyguyu yanlış yerlerde kullanarak şeytana oyuncak olmayalım. Haklı da olsak, hakkımızın geçtiği insanlarla helalleşelim. Kâbe’ye yüz sürerken, Efendimiz’den şefaat dilerken kalbimiz ve aklımız tıpkı bedenimiz gibi tertemiz olsun. Söylemlere, gösterişlere bina etmeyelim Müslümanlığımızı. “Hayatı müsvedde yaşamayın; temize çekmeye vaktiniz olmayabilir” diyor ya Necip Fazıl; helalleşmeyi bir başka zamana havale etmeyelim ve bu fırsatı değerlendirelim. Hayata yeniden başlangıç yapacağımız hac sonrası hayatımız için kendimizi hacca gitmeden sıfırlayalım. İnşaallah “ben”in “biz” ve “O” içinde eriyeceği bu kutlu yolculukta ben’i eritmeye şimdiden başlayalım. “Enaniyet cihetiyle yok olalım.” Yok olalım ki varlığa erelim. Zira yok, yok olmazsa var olamaz. Aksi halde kalb, ruh ve beden üçlüsünün birlikte yapacağı bu yolculukta kalb ve ruh bedene eşlik etmez. O zaman yaya kalır beden o uzun yollarda. Kâbe’ye ulaşsa bile kalb ve ruh ona refakat etmediği için hiçbir mana ifade etmez bedenin çektiği onca sıkıntı, katlandığı onca meşakkatler. Nitekim Efendimizin haram para ile yapılmış hac yolculuğu için benzeri beyanları var. Kim bilir belki de aynı şey burada da geçerlidir ve kim bilir belki de Allah hacda af fermanı almayı sebepler planında helalleşmeye bağlamıştır ki bu yazıya konu teşkil eden hadisi böyle anlamak ve yorumlamak mümkün diye düşünüyorum.


Bir kez daha hatırlayalım Efendimizin (sas) Arafat’taki beyanını isterseniz: “Allah bugün size büyük bir lütufta bulunmuş ve aranızdaki haklar hariç günahlarınızı affetmiştir.”



http://www.zamanfransa.com/haber/guendem/aile-saglik/hac-oncesi-helallesme.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder