16 Mayıs 2014 Cuma

Kadın hakları için dini öğrenmeye ihtiyaç var

Kadın hakları için dini öğrenmeye ihtiyaç var


Kadınların sosyal hayattaki konumu dünyada her zaman tartışılan konulardan. İslamî denilerek kadına karşı geliştirilen anlayışın sonucu ise ölümle sonuçlanan şiddete kadar varıyor. İlahiyatçıların önerisi, Hz. Muhammed’in (sas) hayatını ve Kur’an’ı bir kez de bu açıdan okumak.




Geleneklerle dinin karışması hayatın her alanında İslami anlayışa gölge düşürebiliyor. Batıl inançların kirlettiği hayat tarzında yeniden sorgulanan konulardan biri de İslam’da kadının konumu. Türkiye’de bu konuda belirli bir aşama kaydedilse de kadına karşı tutunulan haksız tavırlarda dinin arkasına sığınılıyor. Doğruluk payı sorgulanmadan anlatılan birçok kıssada kadın günaha girmeye daha meyilli ve iradesi zayıf gibi sıfatlarla anılıyor. İslami referanslardan çok gelenekle şekillenen bu zihniyetin sonucu ise hem İslam’ın yanlış tanınması hem de adaletsiz uygulamalar.


Kadınla ilgili haksız ithamlar Hz. Havva ile Hz. Âdem’in cennetten çıkarılmasını anlatan kıssalarla başlar. Burada Hz. Âdem’i Allah’ın sözleri dışına çıkmaya teşvik edenin eşi Hz. Havva olduğu aktarılır. Bu anlatımla birlikte güya insanlık tarihinden beri kadının fitne kaynağı olduğu öğretilir. Oysa ilahiyatçılar Kur’an-ı Kerim’in özünde böyle bir anlatımın olmadığının altını çiziyor. İlk günahın kadına yüklenmesinin Batılı kaynaklardan gelen bir anlayış olduğunu ileri sürüp, İslamiyet’te böyle bir gerçeğin olmadığına dikkat çekiyor. Kur’an-ı Kerim’in yasak meyveden tatma hatasını Hz. Âdem merkezli anlattığını hatırlatan ilahiyatçı Dr. Emine Gümüş, “Bununla birlikte, ilgili ayetlerden Hz. Havva’nın da aynı hatayı işlediği ve tövbeyi de birlikte yaptıkları anlaşılır.” açıklamasını getiriyor.


Fethullah Gülen Hocaefendi’nin de bazı büyük zatların duasında kadın fitnesinden Allah’a sığınmalarına getirdiği yorum ise şu şekilde: “Bir kısım müminlerin sabah akşam dualarında ‘Allâhümme ecirnâ min şerri’n-nisâ, Allâhümme ecirnâ min belâi’n-nisâ, Allâhümme ecirnâ min fitneti’n-nisâ’ demeleri; yani ‘Allah’ım, erkekliğin altında kalıp kadınla imtihanı kaybederek bir kötülük işlemekten bizi koru; Allah’ım, şehvetin arkasında sürüklenip bir felakete uğramaktan bizi muhafaza et.’ diyerek Allah Teâlâ’ya iltica etmeleri kadının potansiyel bir ibtila vesilesi olmasındandır. Yoksa müminler kadının şer, bela ve fitne olarak yaratıldığını asla düşünmez ve kadın fitnesinden korunma dualarını o batıl inanca bağlamazlar. Bu açıdan, aslında erkek de kadın için bir imtihan aracıdır ve kadın da erkek sebebiyle başına gelebilecek şerden, beladan ve fitneden sürekli Hazret-i Hafız’a sığınmalıdır. Hatta o da –dilerse- dualarında “Allâhümme ecirnâ min şerri’r-rical, Allâhümme ecirnâ min belâi’r-rical, Allâhümme ecirnâ min fitneti’r-rical” diyebilir.”


Üstünlük takvada


İslamiyet’e göre üstünlük derecesinin Allah’a yakınlıkla ilgili olduğu hem Peygamber Efendimiz’in sözlerinde hem de Kur’an-ı Kerim’de birçok kez tekrarlanıyor. Bunlardan biri de Nisa Sûresi’nde yer alan, “Ey insanlar! Sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi kavim ve kabilelere ayırdık, birbirinizi tanıyasınız diye. Allah’ın yanında en üstününüz, takvaca en ileri olanınızdır.” şeklindeki ifadeler...


Peygamberimiz kadınlarla istişare ederdi


İslam’da kadın, mal sahibi olup tasarrufta bulunma, kanun karşısında adaletle muamele görme, evlenme ve aile kurma, özel hayatın gizliliği ve dokunulmazlığı gibi konuların hepsinde erkeklerle aynı haklara sahip. Örneğin Peygamber Efendimiz’e bir genç kız gelerek kendisini zorla evlendirmek isteyen babasını, bir başka kadın ise kendisini boşayan kocasını şikâyet edebilmişti. Yine bu manada Peygamber Efendimiz ve sahabe-i kiram efendilerimiz, kadınlarla istişarede bulunmuş, isabetli gördüklerinde onların fikirleri istikametinde hareket etmişlerdi. Ayrıca kadınların vakit namazlarında ve cuma namazlarında camiye gelmelerine izin verilmiş, bu konuda kocalarının kendilerine mani olmamaları istenmişti.


Aile reisliği büyük bir mesuliyettir


Yanlış anlaşılan konulardan biri de İslamiyet’in aile hayatında erkeğe üstünlük tanıyıp eşine karşı her türlü tasarrufta bulunabileceğinin zannedilmesi. Işık Yayınları’ndan çıkan ‘Kadın Aile İlmihâli’ bu konuda ezber bozan açıklamalara yer veriyor. Bazı ayet ve hadislere göre aile içinde reisliğin erkeğe itham edildiğini belirten ilmihâlde, “Bazılarının kadına noksanlık isnad ediyormuş gibi gördükleri ayet ve hadisler tam aksine, kadının kendisine ait yeri ve konumunu belirler ve erkeğe hak ve vazifelerini hatırlatır.” sözlerine yer veriliyor. Mesela erkeklerin kavvam (yönetici) olduğunu belirten ayet erkeğe bazı özellikleri ve ekonomik yönden mükellefiyeti açısından bir görev ve mesuliyet yükler. Yani erkeğe verilen reislik, mesuliyeti olan ve hizmet endeksli bir reislik. Yoksa serbest güç kullanma yetkisi veren bir idarecilik değil.


Çok eşlilik imkânsız denecek kadar güçleştirildi


Çok kadınla evlilik âdeti dünyanın pek çok yerinde yaygın. İslamiyet’ten önce Câhiliyye devrinde de yaygındı. Bir erkek istediği kadar kadınla evlenebilir ve onlar üzerinde her türlü hakka sahip bulunabilirdi. “İşte İslam, geldiği zaman mevcut toplumların birçoğunda uygulanan çok kadınla evlenmeyi sınırlayarak dörde indirmiştir.” diyen ilahiyatçı Dr. Emine Gümüş şöyle devam ediyor: “Fakat dört kadınla evlenmeyi de emretmemiş, ancak topluma iyice yerleşmiş olan bu uygulamayı kısmış, birden fazla evliliği adalet şartına bağlamıştır.” Nisa Sûresi’nde ise kadınlar arasında adalet yapamama endişesi varsa tek eşlilik emrediliyor. Böylece İslam, çok kadınla evlenmeyi imkânsız denecek kadar güçleştiriyor.


Erkeğin evde eşine yardım etmesi sünnet


Kadının ev işlerini üstlenmesi İslam’da hukuken belirlenmiş temel bir vazife değil. Ancak erkek, ailenin geçimini temin etmekle yükümlü. Bu durumda kadına evin içinde sorumluluk verilmesi daha çok geleneklerle şekillenen bir iş bölümü olarak yorumlanıyor. Ancak günümüzde çalışan kadınlar artsa da evle ilgili tüm yükümlülüklerin kadında olması gerektiği fikri devam ediyor. Oysa Peygamber Efendimiz (sas), kadın kendine düşenleri yapamadığında erkeğin eşine yardım etmesini tavsiye ediyor. Kadın ve Aile İlmihali’nde Peygamber Efendimiz’in de hayatlarında bunu bizzat tatbik ettiğine işaret ediliyor. ‘Bugün, evde birtakım işler yapmayı, hanımına yardım etmeyi kılıbıklık olarak görenler, eş olmanın ne demek olduğunu bilmiyor demektir.’ cümlesine yer verilen ilmihalde konu ile ilgili şu kıssa anlatılıyor: Ayşe validemize soruyorlar: ‘Peygamberimiz, evinde ne yapardı?’ diye, Ayşe validemiz cevaplıyor: ‘Elbisesini ve ayakkabılarını diker, davarları sağar, evin hizmetinde bulunur, ezanı işitince de mescide giderdi.’


Eşler ilim öğrenmede birbirine engel olmamalı


İslamiyet’e göre kadının eşi üzerindeki haklarından biri de dinini öğrenebilmesi için gereken şartı sağlaması. İlahiyatçılara göre eğer evde yeterli dini eğitim alacak imkân yoksa kadın bunun için ilim meclislerine gidebilir. Birçok konuda erkeğin iznini almak şart koşulurken bu konuda erkek eşine engel olmaktan men edilmiş.


Miras ve şahitlikte kadının konumu korunur


Erkeğin kadından üstün tutulduğu iddiasının bir dayanağı da mirasta kadına bir, erkeğe iki hisse verilmesi. Dr. Selman Kuzu bu konuyu şöyle açıklıyor: “Erkek bütün durumlarda eşinin, kızının, annesinin veya kız kardeşinin geçimini sağlamakla mükellef. Kadın eğer bekârsa bakmakla mükellef olduğu kimse yoktur. Evlendiği zaman ise kendisinin ve çocuklarının nafakasını temin tamamen kocanın vazifesi. Meseleyi ele alıp değerlendirdiğimizde erkeğe bir, kadına yarım hisse gerçek adalettir.”


Şahitlikte iki kadının bir erkeğe eşit olması ise sanıldığı gibi genel bir hüküm değil, sadece mali konularda geçerli. Zira İslâmî bir toplumda, çalışan sınıfı genellikle onlar oluşturur. Kadının böyle bir sorumluluğu yok. Yani iki kadının şehadette bir erkeğe mukabil sayılması, bu mevzunun onu asıl meselesi olmamasından kaynaklanıyor.


Annenin bebeğini emzirme karşılığında nafaka hakkı var mı?


İslam hukukçularının çoğunluğuna göre annenin çocuğunu emzirmesinin mendup olduğunu söyleyen ilahiyatçı Dr. Emine Gümüş, ancak hukuken annenin buna zorlanamayacağını söylüyor. Çünkü emzirme çocuğun nafakası kapsamına girer ve bundan baba sorumlu. Bunun delili ise Talak Sûresi’ndeki şu ayet olarak gösteriliyor: “Boşadığınız fakat iddeti dolmamış kadınlar …. çocuğunuzu sizin için emzirirlerse onlara ücretlerini ödeyin, aranızda uygun bir şekilde anlaşın; eğer güçlükle karşılaşırsanız çocuğu başka bir kadın emzirebilir.” Gümüş, Bakara Sûresi’nin 233. ayetinin de emzirme meselesinde üç konuda emredici hitaba sahip olduğuna işaret ediyor. Bunlar; anne, kendi çocuğunu emzirmek zorunda olması. Babanın ilk iki yıl boyunca emzirme giderlerini karşılama mecburiyeti. Ve baba istemese bile, emzirmenin öncelikle annenin hakkı olması.


Çalışan kadınlar kazancını eşinin tasarrufuna mı bırakmalı?


Kur’an’a göre kadının da aynen erkek gibi mal üzerinde tasarruf yetkisine sahip olduğunu anlatan Emine Gümüş, “Kadın, helal yollardan çalışıp kazanabilir ve bu kazancını ana-babasına, kocasına ve hiç kimseye sormaksızın dilediği gibi harcayabilir.” diyor. Kur’an’da zekât verme, hayır yapma emri hem erkekleri hem de kadınları kapsamı içine alıyor. Dolayısıyla ‘hayırlarda yarışın’ ayetleri ışığında tasarruf yetkisine sahip olan kadın, hayır yapma yetkisine de sahip. Hz. Peygamberimiz döneminde de çalışan kadınların hayır işleriyle meşgul olduklarını hatırlatan Gümüş, “Bugün de çalışan hanımlar ailesi için tasarrufta bulunabileceği gibi hayır ve hasenatta da kazançlarını kullanmalıdır.” diyor. Öte yandan ailedeki gönüllü birlikteliğin devamı için hem erkeğin hem de kadının harcamalarda birbirlerine danışması tavsiye ediliyor.



http://ift.tt/1k7Go7E

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder