18 Temmuz 2014 Cuma

Nerede o Ramazan şairleri?

Nerede o Ramazan şairleri?


Edebiyatımızda önemli bir yer tutan Ramazaniyeler, muhteşem yüzyıldan bu güne oruç ayının nazıma bakan kısmını teşkil ediyor.




Ramazan-ı şerif, oruç ayı. Eskilerin tâbiriyle oruç, vasf-ı mümeyyizi bu zaman diliminin. Senenin kalan aylarından bu surette ayrılıyor. O bu hususiyetiyle kendini maddi hayatın her zerresinde hissettirdiği gibi manevi hayatın da köşe başında ispat-ı vücut etmiş. Hayattan beslenen sanat ehli, hususiyle edipler de dûr olmamış bu manevî atmosferden; kasideler, gazeller, maniler yazılmış ki Ramazan’ın şân-ı âlisinden diller de nasiplensin. Evvela divan şairlerinin kement atıp nazıma çektiği hoş nağmeler, efkar-ı umumiye nezdinde revaç bulunca, şiirlerini Ramazan-ı Şerif’in adıyla müşerref kılanların, bu ayı vesile kılarak yazdıklarına Ramazaniyye denmiş.


Edebiyatımızda Ramazan ayı konu edinilerek söylenmiş kasidelerin teşbib yani bir kasidede övgüye başlamadan önce yapılan takdimine Ramazaniye deniyor. On veya üzerindeki beyitlerle söylenenlerin mevzuu orucun faziletleri, sahur, iftar, tevbe, Kur’an-ı Kerim, kadir Gecesi, bayram gibi konular. İlk Ramazaniyelerin izine XVI. asırda rastlanıyor. Bilhassa XVIII. asırdaki divan şâirlerinin eserlerinde yer bulmuş bu tür şiirler. Daha sonra Sabit, Nazim, Nedîm, Enderunlu Fâzıl, Enderunlu Vâsıf, Şeyh Galip, Sümbülzade Vehbî, Edirneli Kâmî, Koca Râgıp Paşa, muhtevasında Ramazan ve oruç ile ilgili ayet ve hadislerin bulunduğu şiirler kaleme alıyor. Bahusus, “Ramazan’ın cemiyet hayatına etkisi, merasimler, âdetler dile getirilerek yazılan çeşitli nükteler”, o günkü maddi-manevi hayatı edebî bir tarzda bugüne kadar taşımayı bilmiş.


Tecessüm eden bir manevi ruh


Klasik Türk edebiyatında mühim bir mecra edinen Ramazaniyelerde, kutlu ayın her kısmı, alamet-i farikası sayılan oruç, davul, sahur, iftariyelik, açlık gibi mefhumlar edebiyatla pekiştirilmiş. Bu edebi eserlerde evvela, ona kavuşmadan dökülen medhiyelerle geçmiş Ramazanlara bir arzu tasvir edilerek, iştiyak hissi peyda edilmiş. Sultanlar dahî bigâne kalmamış o mah-ı sıyama. Bahtî mahlasıyla yazan Sultan I. Ahmet, Ramazan’ın gelişini yani rüyet-i hilâli şöyle selamlamış: “On bir aydır gideli biz de çekerdik hicran/ Merhaba etti yine bizimle Şehr-i Ramazan.” Yine İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri de gazellerine şerefyab eylemiş onu: “Sâye saldı ehl-i iman üstüne/ Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan/ Doğdu ol nur ehl-i irfan üstüne/ Hamdülillah geldi mâh-ı Ramazan.”


Ramazan’ın diğer bir vasfı ise bu ayda okunan İlahî kelam Kur’an-ı Kerim ve saadet asrından bu yana uzanan bir gelenek olan mukabele. Hz. Resulullah’ın kendisine Cebrail (as) eliyle gelen vahy-i İlahi’yi okumasıyla başlamış olan karşılıklı okuma, şair Sabit’in üslubunda farklı bir yer bulmuş. “Alınır mı Ramazan sofularından mushâf / Rahlenün nevbetini beklemeyince insan.” diyerek dönemde müşahede ettiği bazı davranışları, gayri münasip manzaraları da kaydetmiş şair.


Bu zamanın rahmet ve mağfiret ayı olduğu, bu vesile ile çekilen ‘subhanallah, elhamdülillah’ gibi zikrullah da şiirlerde sıklıkla mevzu bahis oluyor. Niyaz-ı Mısrî, şöyle beyan etmiş meramını Ramazaniyesinde: “Gah tesbih ü senâ vü zikr ile/ Gah tahmid ü dua vü zikr ile/ Can bulurdu mürde diller nur ile/ Hasreta gitti mübarek Ramazan.” Ondaki hicran ve arzu hislerini bir yana koyarken, abid müminlerin bu mübeccel dilimde ibadetlerinde gösterecekleri ufak bir gayretin ne muazzam hasenâta vesile olacağı ise gözden kaçmamış. Zira Efendimiz (sas) hadis-i şeriflerinde buyurduğu üzere, “Ramazan ayı girince Cennet kapıları açılır, Cehennem’in kapıları kapanır ve merede-i şeyâtîn zincire vurulur.” (Buhari, Savm, 5) ifade-i âliyesinde, müminlerin ibadetlerine bir teşvik ve kolaylık hazır olmuş o ayda. Buna telmihle Enderunlu Vasıf ise beytini şu şekilde söylemiş: “Çileye vesvesesiz girdi kapandı zâhid, / Habs olur tâ Ramazân âhır olunca şeytan.”


Ramazan’a gafil yakalananlar


Diğer taraftan Ramazan’ın o manevî ikliminden nasiplerini alamamışlar da vardır. Hilalin görünmesiyle kesinleşen oruç ayı, tıpkı bugünlerdeki gibi bazı münakaşalara mevzu teşkil ediyormuş: Sabit’in, Baltacı Mehmed Paşa için yazdığı 70 beyitlik Ramazaniyesi tam da bu noktadan başlar: Yevm-i şekk sohbetin sıra sıkarken yârân / Sık boğaz itdi basup sahne-i şehr-i Ramazân” diyerek, Ramazan’ın birden başlaması karşısında yevm-i şekk (şüpheli gün) tartışmalarının o gün de yer aldığını gösteriyor. Hatta, bugün şüpheli gündür yiyelim diyenlerin, Ramazan’ın gelmesiyle sıkıntı hissettikleri aynı şiirde vurgulanıyor. Daha yakın dönem edebi metinlerine baktığımızda Türk edebiyatında yer edinmiş en önemli eserler arasında, şair-i azam Yahya Kemal’in satırlarında rastlamak mümkün. Özellikle şairin Üsküdar Atik Valide Sultan Camii’ne uğrayıp, oruç tutmadığı gündeki iftar arifesini anlatan mısralarında:


“Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün/Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,/ Bir nurlu neş’e kapladı kerpiçten evleri./ Yâ Rab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!/ Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş’esiz./ Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı/ Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı”


İstiklâl şairi Mehmed Akif Ersoy ise yine İslam’ın derdiyle dertlidir Ramazaniye’sinde: “Yâ Rab! Şu muazzam Ramazan hürmetine/ Kaldır aradan vahdete hâil ne ise/ Yâ Rab! Şu asırlarca süren tefrikadan/ Artık ezilip düşmesin ümmet ye’se.”


Elveda ey şehri Ramazan, elveda!


Ve artık Ramazan’a veda başlamıştır. Bu kutlu ayın içine gizlenmiş Leyle-i Kadri Efendimiz’in (sas) buyurduğu gibi son on günde arar ve anar şairler. Âmil Çelebioğlu’nun Ramazannâme’sinden alınan mânilerde övgülere medar olmuş o mergûb gece: “Terk edip hâb-ı gafleti/ Edelim Hakk’a tâati/ Kulun makbulüdür hâceti/ Mübarek Kadir Gecesi”. Sonunda nihayete erişir o kutlu günler, ah ile hasretler dile gelir. Ehl-i dilleri hüzün bağlar o günlerde; nitekim Niyazi Mısrî gibi “Yine firkat nârına yandı cihân/ Hasretâ gitti mübarek Ramazân/ Nûr ile bulmuştu âlem yeni can/ Firkatâ gitti mübârek Ramazân” der ah ü figan eder, Hüdâyî Hazretleri’nin bu meyandaki güftesine sığınırlar: “Ol ey Hüdâyî subh ü şam/ Zikr-i Huda’da ber–devâm/ Meded gitti şehr-i sıyâm/ Elveda ey mâh-ı Ramazan”.


İşte bu günlerin sonu, bayram diyerek müjdelenmiştir. Bir aylık o maddi külfet kalkmıştır müminlerin üzerinden. Günahlarından arınmanın hafifliğiyle bayram, o bayram olur. Nihayet Ramazan davulcuları kapıya dayanır, mânileri patlatırlarmış, kapı açılıverince. “Buna bayram ayı derler/ Bal ile şekerden yerler/ Eskiden âdet olmuş/ Bekçiye bahşiş verirler.” İçeriye giden ev sahip veya sahibesi biraz ağırdan aldı mı başka bir mâni yetişir: “Kedi damdan dama atlar/ Bekçinizin ödü patlar/ Merak etme bekçi baba/ Efendi kesesini yoklar.” Keşke şimdiki davulcular öyle otobüsle toplanıp yabancı şehirlere gitmese de, biz de şöyle demli mânileriyle işinin ehli davulculara gerekli bahşişi kemal-i hürmetle hediye etsek.



http://ift.tt/1yADm1F

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder