Yarım asır önce Avrupa’ya göçen Türk işçilerin en büyük sıkıntısı yabancı dil bilmemekti. Zamanla anayurda dönme fikri değişti ve kalıcı oldular. Ancak bu kez de önlerinde daha büyük bir sorun buldular. Şimdi çocukları ana dilini bilmiyor.
Ünlü Alman yazar Günter Wallraff, siyah peruk ve koyu renk lenslerle iki yıl boyunca aralarında gezip hayat şartlarını inceledikten sonra onlara şu ismi koymuştu: En Alttakiler. 30 Ekim 1961’de Türkiye ile Almanya arasında imzalanan misafir işçi anlaşmasıyla gelmişlerdi Almanya’ya. En düşük ücret karşılığında en ağır işlerde çalıştırılıyor, hakikaten işçi sınıfının en altını temsil ediyorlardı. Doğru düzgün Almanca bilmiyorlardı, bu yüzden tercümanlar çok iyi iş yapıyordu. Herhangi bir devlet dairesine gittiklerinde boyun büküyor, anayasal haklarını bile talep etmekte zorlanıyorlardı. Dilleri bir türlü dönmüyordu Almancaya. Nasılsa bir gün Türkiye’ye geri döneceklerdi ya; varsın Almanca da eksik kalsındı. Onları sadece çalışmak kurtarırdı, çalıştılar da. Hem kendileri hem de Türkiye’deki yakınları için. Okumaya, eğitim almaya gerek yoktu. Eğitimi ne yapacaklardı ki? Göçmendiler...Aradan yarım asır geçti. Wallraff’ın ‘En Alttakiler’ diye tarif ettiği bu insanlar hâlâ Almanya’da. Geriye dönmedikleri gibi Türkiye’deki yakınlarını da yanlarına aldılar. Sayıları giderek arttı, Avrupa’nın değişik ülkelerine yayıldılar. Çocukları, hatta torunları oldu. Şimdilerde dördüncü nesilden bahsediliyor. Toplam nüfusları 6 milyonu geçti. Geri dönme hayali rafa kaldırıldığından beri çok şey değişti. İşçiydiler iş sahibi, göçmendiler ev sahibi oldular. Yavaş yavaş, okumaya, iyi eğitim almaya başladılar. Devlet dairelerinde iki büklüm oldukları zamanlar geride kaldı. Dil bilmiyorlardı, öğrendiler. Yumurta almak için gittikleri marketlerde tavuk taklidi yaptıkları günler acı acı gülümseten hatıralardan ibaret artık. Fakat şimdi hiç ummadıkları bir sorunları var. Onlar yaşadıkları ülkenin dilini bilmiyordu, çocukları ise ana dillerini.
1980 darbesinin Türkiye’yi kasıp kavurduğu yıllarda hakkında açılan davalar yüzünden hayatının önemli bir kısmını Almanya’da sürgünde geçiren Cem Karaca, Avrupali Türkleri en iyi tanıyan sanatçılardandı. Merhum Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın girişimleriyle yurda döndükten sonra çıkardığı ‘Yiyin Efendiler’ isimli albümündeki ‘Almanya’ şarkısında gurbeti vatan belleyen bu insanların durumunu şöyle anlatıyordu: “İşte Ahmet işte Ayşe burdakiler... On binlerce Türkiyeli, Çocukları burda doğdu, burda büyürler; Merhabayı unuttular ‘grüß gott’ derler...”
Karaca’nın 1990’da işaret ettiği ‘merhabayı unutma’ meselesi bugün Avrupa’da yaşayan Türkler için endişe verici boyutlara ulaştı. Çünkü 6 milyonluk nüfusa rağmen Türkçe, hızla unutuluyor. Yeni nesil arasında bırakın Türkçe okuyup yazmayı, dedesiyle ana dilinde iletişim kurabilenlerin sayısı tehlikeli şekilde azalıyor. Uzmanlar uyarıyor; “Önlem almazsak Avrupa’daki Mehmet’ler Michael olacak!”
Anadilsiz ekonomik başarı da yok
İlk nesil Avrupa’ya ‘misafir işçi’ olarak gelmişti. Yeni nesil arasında ise kendi işini kuranların sayısı hızla artıyor. Hâlen 450 bin kişilik istihdam sağlayan Türk işadamlarının AB’ye katkısının 50 milyar Euro’nun üzerinde olduğu tahmin ediliyor. İlk nesil ile kıyaslandığında bu çok ciddi bir ekonomik gelişme. Uzmanlar, Türkiye kökenli göçmenlerin ‘girişimcilik’ konusunda Avrupalılardan daha ileride olduğunu vurguluyor. Bunda şüphesiz Türkiye kökenli göçmenlerin anavatanlarından gelen ilave bir kültüre ve dile sahip olmalarının payı büyük. Bu noktada Uppsala Üniversitesi Türk Dilleri Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Birsel Karakoç’un önemli bir tespiti var. Karakoç, gerekli ana dili eğitiminin verilmemesi hâlinde Türkiye kökenli göçmenlerin ekonomik başarısının da azalacağını düşünüyor. Karakoç’a göre ana diline hâkim olamayan bir göçmen, kültürel köklerinden gelen girişimcilik ruhunu da anavatanındaki iş dünyasıyla olan bağlantısını da zamanla kaybedecek. Bu da doğal olarak ekonomik başarıya yansıyacak.
Her ne kadar Avrupa’daki birçok ülkenin mevcut yönetimleri ana dili eğitimine mesafeli yaklaşsa da esasen ana dili eğitimi her şeyden önce Avrupalı ülkelerin yararına. Çünkü söz konusu eğitime ihtiyacı olan öğrencilerin tamamı Türkiye’nin değil, bu ülkelerin vatandaşı. Dolayısıyla bu öğrencilerin başarısı Türkiye’den çok yaşadıkları ülkeyi etkileyecektir. Bu konuda Avrupalı ülkeleri eleştiren Heidelberg Üniversitesi’nden Prof. Dr. Havva Engin, “Büyük bir insan potansiyeli var ve bu kaynağı kullanmamak Avrupalı ülkelerin zararınadır. İki dilli, iki kültürlü bu insanlar, küreselleşmenin olduğu bir yerde acele artıya çevrilmeli.” diyor.
Her şeye rağmen olumsuz tablonun Türkiye kökenli göçmenlerin bilhassa son yıllarda Avrupa’nın değişik ülkelerinde açtığı özel okullar sayesinde bir nebze olsun değişmeye başladığını söyleyebiliriz. Yıllarca gurbetçi diye adlandırılan bu insanların artık Avrupa’da yerleşik hayata geçtiklerinin en büyük delili olan bu okullar, öğrencilerinin Türkçe eksiğini kapatma noktasında da önemli vazifeler görüyor. Ancak elbette daha alınması gereken çok uzun bir yol var.
AVRUPA ÜLKELERİNİN ANA DİLİ KARNESİ
Almanya: Avrupa’da en fazla sayıda Türkiye kökenli insana ev sahipliği yapan Almanya’nın ana dili eğitimi konusunda örnek bir ülke olduğunu söylemek çok zor. Sık sık ‘asimilasyon’ tartışmalarıyla meşgul olan ülkede devlet ana dili eğitimine kayda değer destek vermiyor. Bununla birlikte dileyen eyalet istediği desteği veriyor. Bu göçmen nüfusunun yoğun olduğu eyaletlerde birtakım olumlu gelişmelere sebep olsa da Almanya’nın ana dili eğitimi noktasında alması gereken daha çok yol var.
Almanya’daki Türkiye kökenli toplumun meselenin ehemmiyeti konusunda yavaş da olsa bilinçlenmeye başladığı söylenebilir. Bu anlamda Ana Dili Türkçe Koordinasyon Kurulu (TAG) öncülüğünde çok sayıda sivil toplum kuruluşu geçen yıl bir araya gelerek ana dilinin korunması için oluşturulan özel tüzüğü imzaladı. Elbette tüzüğün uygulamaya geçmesi ve ciddi takip edilmesi gerekiyor.
Fransa: 65,7 milyonluk nüfusuyla 5 milyondan fazla göçmene ev sahipliği yapan Fransa, ana dili eğitimi konusunda Avrupa’nın en katı ülkelerinden biri. Senelerce ana dili eğitimine hiçbir destek vermeyen Fransa, AB müktesebatı kapsamında birtakım kolaylıklara müsaade etti; fakat ciddi ilerleme sağlandığını iddia etmek iyimserlik olur. Fransa’da ana dili eğitimi 1980’li yılların başından itibaren yabancı ülke konsoloslukları tarafından sağlanmaya başlandı. Eğitim Fransa Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı devlet okullarında verilse de öğretmenler konsolosluklar tarafından anavatandan getiriliyor ve ücretleri de yine konsolosluklar tarafından karşılanıyor. Fransız devleti öğretmenlerin yeterliliğine karışmadığı gibi verilen eğitimin içeriğine de müdahale etmiyor. Sadece ortaöğretimde en az 5 öğrencinin katılması şart.
Belçika: 1963 sonuna doğru ülkedeki maden ocaklarında çalışmak için Belçika’ya giden Türk göçmenler bugün en büyük etnik gruplardan birini oluşturuyor. Zaman içerisinde sosyoekonomik açıdan birçok değişiklik geçiren Türk göçmenlerin en önemli sorunlarından biri ana dili eğitimi. Her iki Türk öğrenciden birinin ana dili eğitiminden mahrum kaldığı belirtiliyor. Belçika’nın, ana dili eğitimi konusundaki durumu diğer Avrupa ülkelerininkinden farklı değil. Ana dili eğitimine devlet desteği vermeyen Belçika’da, Türk Büyükelçiliği ve Millî Eğitim Bakanlığı’nın gayretleriyle gerçekleştirilen projelerle bu eksiklik giderilmeye çalışılıyor. Bu projelerden biri olan ELCO, 1996’dan beri Türk Millî Eğitim Bakanlığı ile Belçika Fransız Toplumu Eğitim Bakanlığı tarafından sürdürülüyor. Proje kapsamında ülke genelinde 10 farklı okulda Türkçe eğitim veriliyor. Diğer taraftan Flaman Eğitim Bakanlığı ile 20 yıldır ortaklaşa sürdürülen ‘Foyer’ isimli proje kapsamında 3 okulda Türkçe eğitimi veriliyor. Belçika Flaman Eğitim Bakanlığı projeye ödenek sağlıyor. Bu projeler dışında gurbetçiler tarafından kurulan çeşitli dernekler de Türkçe eğitimi veriyor. Bu arada 10,9 milyon kişinin yaşadığı Belçika’da Flemenkçe, Fransızca ve Almanca olmak üzere üç farklı resmî dil var.
http://ift.tt/1iwtijE
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder