Son zamanlarda müminlere atılan iftiraların başında geliyor takiye. Kişinin canına veya malına yönelik bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesini ifade eden bu kavramın dinimizdeki yeri ne?
Son birkaç yıldır takiye kavramı değişik vesilelerle kullanılır oldu. Sözlükte ‘bir kimseyi tehlikeden korumak’ anlamındaki vaky (vikaye) kökünden türeyen takiye ‘kendini korumak, sakınmak’ anlamına geliyor. Istılahî mânâda ise kişinin canına veya malına yönelik bir tehlike karşısında inancını gizleyip gerektiğinde aksini söylemesini ifade ediyor. Zorunlu durumlarda başvurulabilecek bir ruhsat olan takiye, müminlerin kendilerinden olanları bırakıp kâfirleri dost edinmemelerini emreden, fakat onlardan sakınıp korunma halinin bundan istisna edildiğini belirten Al-i İmran Sûresi’nin 28. ayetine dayandırılıyor. Ayetin metni şu şekilde: “Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin ve onu her kim yaparsa Allah’dan ilişiği kesilmiş olur, ancak onlardan bir korunma yapmanız başkadır. Bununla beraber Allah sizi kendisinden korunmanız hususunda uyarır. Nihâyet gidiş Allah’adır.”
Taberi’de geçen bir hadis-i şeriften şunları öğreniyoruz: “İlk Müslümanlardan Ammâr ile babası Yâsir ve annesi Sümeyye’yi müşrikler dinden dönmeye zorlamış. Babası ile annesi bunu reddedince öldürülmüş. Ammâr ise eziyetlere dayanamayıp sözle inkârda bulunmuş. Durumu Allah Rasûlü’ne (sas) bildirdiğinde Hz. Peygamber, Cebir karşısında böyle davranılabileceğini buyurmuş.” Ehl-i Sünnet’e göre; kendini gizlemek, olduğundan farklı görünmek, inandığının aksini söylemek ve hileli yola başvurmak anlamına gelen ‘takiye’nin çok istisnai durumlar hariç İslam’da yeri yok. Zaruret hallerinde dahi bir mü’minin takiyeye başvurmayıp, ölümü tercih etmesi daha üstün bir davranış olarak değerlendiriliyor.
Takiye, Şiî gruplar arasında ise dinin kâfirler karşısında bir mümine tanıdığı ruhsatın ötesinde çok farklı anlamlar ifade ediyor. Şianın bazı kollarında dini bir esas olarak kabul ediliyor. Cafer Sadık Hazretleri’ne atfen “Takiyesi olmayanın dini yoktur.” inancı hâkim. Hz. Ali Efendimiz’in ilk üç halifeye biatı, Hz. Ömer’e kızını vermesi, oğullarından ikisinin isminin Ömer ve Osman, birisinin künyesinin Ebu Bekir olması, mut’a için haramdır demesi takiyeye hamlediliyor. Öyle olmuş ki takiye zaman içinde Şiî grupların maksatlarına ulaşabilmek için uyguladıkları bir yöntem haline gelmiş. Çok az istisna dışında her şeyde takiye yapılabileceği, takiyenin Allah’ın dininin önemli bir unsurunu meydana getirdiği, takiyeyi terkedenin Allah’a, resulüne ve imamlara muhalefet edeceği inancı yaygınlaşmış.
‘Takiye yapan hakiki mü’min olamaz’
“Bir dönemde Bizans’tan yedikleri darbeyle o güçlü devlete karşı güçle ve kuvvetle karşı koyamadıklarından dolayı takiye ile o gücü tersyüz etmeye çalışmış, çok ciddi bir takiye sistemi geliştirmişlerdir. Ve sonra da o takiyeyi dinlerinin içine bir rükün olarak sokmuşlardır. ‘Usul-i hamse’ye baktığınız zaman görürsünüz onu orada. Ehl-i İtizal’in o mevzudaki düşünce sistemini tamamen almış, benimsemiş, kendileri için bir iman erkânı gibi kabul etmişlerdir.” diyen Fethullah Gülen Hocaefendi, takiye sisteminin ortaya çıkarılma sebebini böyle açıklıyor. Âlimler, İslam dininin ‘aldatan bizden değildir’ buyruğu karşısında takiye yapan kişinin hakiki mü’min olamayacağı görüşünde. Hocaefendi’ye göre, bu buyruğa rağmen Müslümanlık hesabına onu Müslümanlığın temel bir disiplini haline getirerek, kılıfını ona göre yaparak insanları aldatmak suretiyle kapalı bir nifak içine çekiyorlar: “Şeytanî bir iştir takiye. Takiye yapan kabirde Münkir ve Nekir’in o mevzudaki istintakından selametle kurtulamaz. Mizanı rahatlıkla aşamaz, sıratı geçemez. Zira Efendimiz (sas) ‘Aldatan bizden değildir.’ buyuruyor.”
Fethullah Gülen Hocaefendi, nifak duygusuna karşı şu dua çağrısında bulunuyor: “Cenab-ı Hakk’a çok dua edelim. Allah aklımızı ıslah eylesin, kalplerimizi ıslah eylesin, amellerimizi ıslah eylesin, ef’âlimizi ıslah eylesin, efkârımızı ıslah eylesin, niyetlerimizi ıslah eylesin. ”
Efendimiz asla takiyye yapmamıştı
Şiiler, Hz. Muhammed’in (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke döneminde açıktan tebliğ yapmayarak takiye yaptığını iddia eder. Oysa Kainatın Efendisi, Mekke devrinde tüm tehlike ve tehditlere rağmen hem Peygamber hem de hak dinin İslâm olduğunu her fırsatta dile getirmişti. Sahabelerini tehlikelerden korumak ve hayatlarını muhafaza etmek için inananlarla bir döneme kadar gizli görüşse de inen ayetleri kimseden gizlememişti. Birçok defa Kâbe’de ibadet ederken kötü muamele ve alaycı tavırlara maruz kalsa bile kendisine indirileni tebliğ etmekten çekinmemiş, asla takiye yapmamıştı.
http://ift.tt/1r47w7z
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder