17 Nisan 2014 Perşembe

Halk seçti diye yarı-başkanlık olmaz

Halk seçti diye yarı-başkanlık olmaz


Cumhurbaşkanı (CB) seçimi yaklaştıkça konu ile ilgili tartışmalarda da normal olarak bir artış yaşanıyor.




CB’nın Cumhuriyet târihinde ilk kez doğrudan doğruya seçmenlerin oyuyla belirlenecek olması, Anayasa’da belirtilen CB’nın yetkileriyle birlikte düşünüldüğünde, Türkiye’de yarı-başkanlık sistemine doğru bir dönüşümün de yaşanıp yaşanmayacağı sorusunu dâvet ediyor. 2007’deki krize cevap olarak yapılan anayasa değişikliği sırasında da tartışılmış olan ama sonra kamuoyu gündeminde pek ön sıralarda yer almamış olan bu konu, şimdi yeniden öne çıkıyor.


Acaba CB doğrudan halkoyu ile seçilince hükûmet sistemi de yarı-başkanlık hâline gelir mi? CB’nın halk tarafından doğrudan seçilmesi yarı-başkanlık sisteminin zorunlu şartlarından biridir ama tek başına yeterli değildir. Hükûmet sisteminin yarı-başkanlık olarak nitelenebilmesi için başka bazı şartların da varlığı gerekir.


Önce, yarı-başkanlık sisteminin niteliği ile ilgili bir hatırlatma. Yarı-başkanlık, terimi îcad etmiş olan ünlü Fransız siyâset bilimcisi Maurice Duverger’ye göre, “CB’nın (1) doğrudan halk tarafından seçildiği, (2) sistemin işleyişinde ciddî ölçüde etkili ve önemli yetkilere sâhip olduğu ve (3) buna karşılık parlâmentonun güvenine bağlı olarak görevde kalan bir başbakan ile bakanların da yürütme yetkilerine sâhip olduğu” bir sistemdir.


CB’nın doğrudan seçmenlerce seçilmesini kabûl etmiş olan Türkiye’de yarı-başkanlık sistemine geçileceğini öngörebilmemiz için yine CB’nın “sistemin işleyişinde ciddî ölçüde etkili ve önemli yetkilere sâhip olduğunu” da söyleyebilmek gerekir. Acaba bunu söyleyebilecek durumda mıyız?


1982 Anayasası’nın 104. maddesi, CB’nın yasama, yürütme ve yargı ile ilgili yetkilerini ayrıntılı olarak düzenlemektedir. Bunlardan pek çoğu sistemin işleyişi bakımından ciddî ve önemli etkiler yapabilecek olan “icrâî” nitelikte yetkilerdir. Buna göre, CB’nın yasama ile ilgili yetkileri “TBMM’yi gerektiğinde toplantıya çağırmak, anayasa değişikliğine ilişkin kânunları gerekli gördüğü takdirde halkoyuna sunmak, Anayasa Mahkemesi’nde iptal davası açmak” ve “TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermek” biçiminde özetlenebilir. Bu yetkiler arasında “TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermek” dışında kalan yetkiler parlâmenter sistemlerde de var olabilen yetkilerdir ve dolayısıyla sistemin yarı-başkanlık olarak nitelendirilmesi bakımından ayırdedici özel bir önemleri yoktur. Buna karşılık “TBMM seçimlerinin yenilenmesine karar vermek” olarak ifâde edilen yetki, tipik bir yarı-başkanlık sistemi yetkisidir. Ancak, 1982 Anayasası’nda CB’nın bu yetkisi, “güvenoyu almış bir Bakanlar Kurulu’nun kurulamaması” şartına ve “45 gün içinde” diye belirtilen süreye bağlanmış şartlı bir yetkidir. Bu bakımdan, CB’nın dilediği zaman yasama organı seçimlerini yenileyebildiği tipik bir yarı-başkanlık sisteminden farklılaşmaktadır.


Türkiye’de sistemin yarı-başkanlık haline dönüşebileceği iddiâsının en önemli dayanakları, CB’nın yürütme ile ilgili yetkilerinden kaynaklanmaktadır. Bunlar arasında, “Başbakanı atamak ve istifasını kabûl etmek”, “gerekli gördüğü hallerde BK’na başkanlık etmek veya BK’nu başkanlığı altında toplantıya çağırmak”, “Başkanlığında toplanan BK kararıyla sıkıyönetim veya olağanüstü hal ilân etmek ve kanun hükmünde kararname çıkarmak”, “milletlerarası antlaşmaları onaylamak ve yayımlamak”, “Millî Güvenlik Kurulu’nu (MGK) toplantıya çağırmak”, (MGK’na başkanlık etmek”, “Genelkurmay başkanını (GKB)atamak”, “kararnameleri imzalamak” gibi yetkiler öne çıkmaktadır. Sistemin yarı-başkanlık olarak nitelenebilmesi için bu çok önemli yetkilerin CB’na BK karşısında üstünlük vermek üzere ve bu anlamda CB tarafından tek başına kullanılabilecek nitelikte düzenlenmiş olması gerekmektedir.


İşte tam da bu noktada 1982 Anayasası’nın çok temel sorunlarından biri ile yüz yüze gelmekteyiz. Anayasa, CB’nın yetkilerini düzenlerken, bunlardan hangilerinin CB tarafından tek başına kullanılacağını açıkça belirtmemiştir. Dolayısıyla, bu sorunun çözümü bakımından nasıl bir yol izleneceği üzerinde de uzun zamandır düşünülmektedir. En akla yatkın olan görüş, CB’nın mahiyeti itibârıyla tek başına yapabileceği işlemleri tek başına yapması, bunun dışında kalanların mutlaka karşı-imzâ kuralına göre, yani ilgili Bakan ve Başbakan’ın imzâlarıyla birlikte gerçekleştirilmesi yönündedir. Örneğin “başbakanı atamak ve istifasını kabul etmek”, CB’nın tek başına yapacağı bir işlemdir. Kezâ BK’na başkanlık etmek de, gerekli gördüğünde BK’nu kendi başkanlığında toplantıya çağırmak da öyledir. Buna karşılık, yürütme burada sayılan diğer tüm yetkilerin BK ile birlikte kullanılması Anayasa gereğidir. Örneğin Anayasa’nın 117. maddesine göre GKB, BK’nun “teklifi üzerine atanır ve “görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan’a karşı sorumludur”.


Burada dikkât edilmesi gereken temel konulardan bir diğeri de kanunların uygulanması konusudur. Kânunların uygulanması anlamına gelen yürütme erkinin kullanılmasında, kanunlardan daha alt seviyede yer alan tüzük, yönetmelik ve kararname gibi normların çıkarılması esaslı bir öneme sâhiptir. 1982 Anayasası, CB’na (CB Genel Sekreterliği’ni düzenleyen CB Kararnamesi müstesnâ) bu tür normları çıkarma yetkisi vermemekte, sâdece kararnameleri onaylama yetkisi vermektedir. Acaba CB, bu yetkisini “onaylamama” şeklinde kullanabilir mi? Bu konuda değerli meslektaşım Kemal Gözler’in ayrıntılı incelemesine atfen, CB’nın Türkiye’nin anayasal sisteminde böyle bir yetkisinin olmadığı görüşünü tekrar zikretmekle yetineyim [Kemal Gözler, Cumhurbaşkanı-Hükûmet Çatışması (Cumhurbaşkanı Kararnameleri İmzalamayı Reddedebilir mi?), Bursa: Ekin Kitabevi yay., 2000].


Bütün bunlara şu önemli noktayı da eklemeliyiz: 1982 Anayasası’nın 104. maddesinde CB’nın yetkileri düzenlenirken, ilk fıkrada “Cumhurbaşkanı devletin başıdır. Bu sıfatla Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk milletinin birliğini temsil eder; Anayasa’nın uygulanmasını, devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir” dendikten hemen sonra, ikinci fıkrada CB’nın yetkilerini Anayasa’nın ilgili maddelerindeki “şartlara uyarak” kullanacağı hükme bağlanmıştır.


Sonuç olarak belirtmek gerekirse, Türkiye’deki sistem, Duverger’nin “yarı-başkanlık” tanımlamasında yer alan CB’nın “sistemin işleyişinde ciddî ve çok önemli etkileri olan yetkilere sâhip olması” bakımından eksiklerle doludur ve bu bakımdan yarı-başkanlık sistemi olarak nitelenemez. Halk tarafından seçilecek 12. CB’nın da, sırf halk tarafından seçildi diye Anayasa’daki yetkilerini Anayasa’nın belirlediği sınırlar ve şartlar hâricinde kullanmaya kalkması CB makamının kendi varlığını inkâr etmesinden başka bir sonuç doğurmaz. Halk tarafından da seçilse, hiçbir kimse veya organ, kaynağını Anayasa’dan almayan bir devlet yetkisini kullanamaz. Kamuoyunda bâzı çevrelerde “fiilî yarı-başkanlık sistemine geçiş” diye dillendirilen ve “yetkiyi halk verecek” türü sloganlarla pekiştirilmek istenen yaklaşımlar hukuka aykırılığı dâvet edici çarpıtmalardan ibârettir, itibar edilmemesi gerekir. Yetkiyi halk değil, Anayasa ve kanunlar verir. Anayasa’da CB’na tanınmış yetkileri beğenmeyenlerin izlemeleri gereken yol, CB’na da tâlip olmamaktır.



http://ift.tt/1l6jnVr

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder