29 Nisan 2014 Salı

Gurbetin ölümü de zor

Gurbetin ölümü de zor


Avrupa’daki gurbetçilerin cenazelerinin çoğu vasiyet üzerine Türkiye’de toprağa veriliyor. Cenazeler ana vatana gönderilirken birçok sıkıntı çekiliyor. Bu sıkıntılar Paskalya, Noel ve yaz tatili ile Ramazan ve Kurban Bayramı’nda daha da artıyor.




Geçen hafta katıldığımız cenaze namazlarında 80 yaşındaki merhum Bilal Yılmaz ve 70’li yaşlarındaki merhume Döne Kekeç için son görevimizi yapıyoruz. Aslen Sivas Şarkışlalı olan bu iki gurbetçinin cenaze işlemleri, Paskalya tatilinden dolayı gecikmeli sonuçlanabilmişti. Vefat ettikleri hastanenin morgunda Döne Kekeç dört, Bilal Yılmaz da iki gün bekletilmişti. Aynı günlerde 7 gurbetçi daha vefat etmiş ve aralarında yasal işlemler için beş gün bekleyen bile olmuştu. Namaz bitince cenazeler ve yakınları, Sivas Şarkışla’ya gitmek için havaalanına doğru hareket ediyor. Kalanlarla caminin lokalinde sohbet ederken Danimarka’ya ilk gelen gurbetçilerden 60’lı yaşlardaki Sivaslı Erol Köse başlıyor eski günleri anlatmaya: “Türkiye’ye direkt uçağın olmadığı 1970’lerde cenazemizi arabanın üstüne yerleştirip 3 bin kilometre gidiyorduk. En yakınınız vefat etmiş ve siz onu arabanızın üstünde götürüyorsunuz. Hem yol yorgunluğunu hem de psikolojisini düşünün.”


Avrupa maceramızda 50 yılı geride bıraktık, “gurbetçi”likten “Avrupalı Türk”e terfi ettik ama değişmeyen şeylerin başında cenazelerin Türkiye’de toprağa verilmesi geliyor. Ve bu cenazeler ana vatana gönderilirken birçok sıkıntı çekiliyor. Cenazelerin uçakla gönderilmesi sıkıntıların azaldığı anlamına gelmiyor.


“Beni köyüme, annemin, babamın yanına gömeceksiniz. Size vasiyetim budur.” Bu sözler, yaşı kemâle eren ilk kuşağın tamamına yakınının ağzından mutlaka çıkmıştır. İlk kuşak için yıllarını geçirdikleri ülke hâlâ gurbet. Hele Müslüman mezarlığının olmadığı bir yerde gömülmek onlar için asla kabul edilmeyecek bir durum. Onların “Anama, babama hasret kaldım, bari mezarımız yan yana olsun” düşüncesi, “Mezarımıza Fatiha okuyacak birileri olsun” demektir aslında. Avrupa’da Hıristiyan mezarlığının bir kenarında Müslümanlar için ayrılan bölümde ‘garip’ yatmak yerine memleketlerinde gelip geçenlerin okuyacağı Fatiha’dan nasiplenmek isterler. Çok dile getirilmeyen temel düşünce ise ‘gâvur’ toprağında yatmanın sıkıntısıdır.


1970 ve 80’li yıllarda Avrupa’da bulunan Türklerin hem sayısı azdı hem de yaş ortalaması gençti. Elbette ecelin yaşı yok ama vefat edenlerin sayısı günümüze kıyasla oldukça düşüktü. İlk yıllarda ana vatana arabaların üstünde taşınan tabutlar, uçakla gönderilir oldu. Bu kez karşılarına çıkan problem maddiydi. Günümüze kıyasla uçak biletleri o yıllarda çok daha pahalıydı. Bugün 100-200 Euro’ya Avrupa’dan Türkiye’ye uçakla gitmek mümkünken, o yıllarda bir kişi en az 700-800 Euro’ya bilet alabiliyordu. Maaşların düşük, biletlerin pahalı olduğu o yıllarda bir cenazenin masrafı en az 4 bin Euro’yu buluyordu. Bu noktada ‘garibin hâlini garip anlar’ anlayışı devreye giriyordu. En yakınını kaybetmenin acısıyla yüreği yanan insanların yardımına dostları koşuyor, aralarında topladıkları paralarla cenazenin masrafını karşılıyorlardı. Tek sorun cenazenin Türkiye’ye gönderilmesi değildi elbette. Vefat sonrası ölüm ilamının hastaneden alındıktan sonra bulundukları ülkenin makamları ve Türk konsolosluğu tarafından onaylanması gerekiyordu. Bu işlemler en az birkaç günü bulunuyordu. O yıllarda uçak sefer sayısının da az olması bir başka sorundu.


1980’lerin ortasından itibaren hem nüfus arttı hem de vefat edenlerin sayısı. Diyanet öncülüğünde cenaze fonu kuruldu. Gurbetçi nüfusunun iyice arttığı günümüzde değişik cemaat ve dayanışma derneklerinin de kendilerine ait cenaze fonları bulunuyor. Bu fonlar, maddi anlamda bir zorluğun ortadan kalkması anlamına geliyor. Yıl sonunda hesaplanan tüm cenaze giderleri üyelere eşit olarak bölünüyor. Yıllık cüzi miktarda olan üye aidatını ödeyenler vefat ettiklerinde tüm masrafları fon tarafından karşılanarak toprağa verileceği yere kadar götürülüyor. Cenaze fonlarının bir başka kolaylığı ise vefat sonrası yapılması gereken işlemleri yapması. Kaybettikleri yakınının acısını yaşayanlar, sadece bir telefonla tüm işlemlerin fon tarafından yapılmasını sağlıyor. Her şeye rağmen bazı sıkıntıların çözümü hâlâ bulunamıyor. Bu sıkıntıların başında Paskalya ve Noel gibi uzun tatil günlerinde vefat etmek geliyor. Avrupa’daki resmî daireler kapalı olduğu için bazen günlerce hiçbir işlem yapılmadan çaresizce bekleniyor. Bu bekleme süresi Paskalya’da 4-5, Noel’de 6-7 günü buluyor.


Sıkıntılardan biri de ölümün yıllık izinlerin kullanıldığı yaz aylarına ya da Ramazan ve Kurban bayramlarına denk gelmesi. Bu dönemlerde uçak bilet fiyatları tavan yaptığından cenaze ve yakınları için masraf ikiye, üçe katlanıyor. Cenazeye refakat edecekler, kişi başına 800 Euro’yu bulan bilet parası ödemek durumunda kalıyor. Cenazenin yakınlarının fazlalığına göre refakat edenlerin sayısı onlarca kişiyi bulabiliyor. Bilet fiyatının yüksekliğinin yanında yoğunluktan dolayı yer bulma sıkıntısı da yaşanıyor. “Acılı günde para düşünülür mü?” sorusunun akıllara gelmesi doğal; ama klasik söylemle hayat devam ediyor ve faturayı geride kalanlar ödüyor. İlk kuşağın ‘gariban dayanışması’nı, Avrupa’da doğmuş yeni nesilde görmek pek mümkün olmuyor. Cenazeyle Türkiye’ye gidenlerin iş kaybı ise meselenin diğer boyutu.


Duygusal boyut

İşin maddi boyutunun yanında duygusal boyutu da var. Babası veya annesinin vasiyetini yerine getirip onları doğdukları yere defneden evlatları ve yakınları için hasret boyutu başlıyor. Toprağa verdikten sonra geriye dönenler, özlediklerinde veya bayramlarda kabir ziyareti yapmaktan mahrum kalıyorlar. Ancak yılda bir kez izne gittiklerinde kabir ziyareti yapabiliyorlar. O da yapabilirlerse tabii. Çünkü yeni nesiller, eskilerin aksine, Türkiye’deki yatırımlarını kasaba veya köyleri yerine şehir merkezlerine, özellikle de sahil kesimlerine yapıyor. Yıllık izne geldiklerinde de çoğu zaman memleketlerine uğramadan geri dönüyorlar. Türkiye’de toprağa verilenleri yılda bir kez bile olsa ziyaret edemiyorlar.


Cenazeler Türkiye’ye götürülmeye devam ederken; 2000’li yıllardan itibaren Avrupa’da sayıları giderek artan Müslüman mezarlıkları da oluşmaya başladı. İlk kuşak ‘ille de vatanım’ derken, ardından gelenler için ‘vatan’ kavramı giderek değişime uğradı. Doğdukları ülkeyi ‘vatan’ bilen nesiller, ‘öldüğümde buraya gömün’ demeye başladı. Bu vasiyetin gerekçesi, Türkiye ile olan ‘akrabalık’ bağlarının giderek kopması. Yıllar önce babasının veya dedesinin geldiği köy ve kasaba, yeni nesil için bir anlam ifade etmiyor. Bunda haksız da değiller. Köyünde tanıdık akrabası neredeyse hiç kalmamış. Hâl böyle olunca, gurbet vatan olurken, vatan da giderek gurbetleşiyor.


Müslüman mezarlıkları artıyor

Çok sayıda gurbetçi için vatan hâline gelen Danimarka’da ilk Müslüman mezarlığı, Eylül 2006’da açıldı ve bu mezarlığın sakinlerinin sayısı giderek artıyor. Kabri burada bulunan ilk kuşaktan Konyalı Hüseyin İnal, yaşıtlarının aksine, memleketine değil, Danimarka’ya gömülmeyi vasiyet etmiş. Oğlu Murat İnal, babasının aslında Danimarka’yı tercih ederken fedakârlıkta bulunduğunu söylüyor. “Kim anne ve babasının olduğu yere gömülmek istemez ki?” diyen Murat İnal, babasının torunlarına olan aşırı düşkünlüğünün Danimarka tercihinde rol oynadığını söylüyor. Hem kendisinin hem de kardeşlerinin istedikleri zaman babasının kabrini ziyaret ettiğini belirten İnal, “Babamın mezarının burada olması, ölümü hatırlamamıza ve gafletten uyanmamıza sebep oluyor. Sıkıntılı zamanlarımda babamın mezarını ziyaret edip dua ediyorum. Bu bende rahatlama oluşturuyor.” diyor.


En fazla Türk’ün bulunduğu Almanya’da da sayısı onlarla ifade edilen Müslüman mezarlıkları var. Bu ülkede Müslüman mezarlığı denince adını şehitlerin mezarının bulunduğu araziden alan Berlin Şehitlik Camii için özel bir parantez açmak gerekiyor. Berlin’deki Türk Şehitliği’nin hikâyesi, 1700’lü yılların sonlarına, Osmanlı-Prusya dostluğuna dayanıyor. Osmanlı’nın ilk sürekli sefiri (elçisi) olarak 3 Haziran 1797’de Berlin’e giden devlet adamı, şair ve mutasavvıf Giritli Ali Aziz Efendi, 1798’de vefat ediyor. Naaşının o dönemde ülkeye nakli mümkün olmadığından Prusya Kralı III. Friedrich Wilhelm bir yer tahsis ediyor. 1804’te Osmanlı maslahatgüzarı Mehmed Esad Efendi de Berlin’de vefat edince Ali Aziz Efendi’nin yanına defnediliyor. I. Dünya Savaşı’nda yaralanan tedavi için getirildikleri Berlin’de vefat eden Osmanlı subayları da buraya defnedilince mezarlığa “şehitlik” denmeye başlıyor. Ermeniler tarafından Berlin’de öldürülen Talat Paşa da 1943’te Türkiye’ye nakledilinceye kadar burada yatıyor. Türk Şehitliği, yalnızca Osmanlı Türk subayları ya da devlet adamlarına değil, Arap, Kazak, Pakistanlı, İranlı, Kırımlı, Filistinli, Tunuslu Müslümanlara da ev sahipliği yapıyor.


Gurbetçi Türkler, hemen hemen tüm şehirlerde Müslüman mezarlığı kurdu. Ancak hepsi müstakil değil. Bazıları Hıristiyan mezarlıklarının bir bölümünün Müslümanlar için ayrılmasıyla kurulmuş. Hollanda’da ilk Müslüman mezarlığı başkent Amsterdam’da 2012’de açılırken; Belçika’da Müslümanlara ait müstakil mezarlık bulunmuyor. Bu ülkedeki 25 belediyenin mezarlığında Müslümanlar için ayrılmış özel bölüm var. Fransa’da Müslümanlara ait ilk müstakil mezarlık Strasbourg’da 2012’de hayata geçti. Fransız kanunlarına göre ülkede dine özel mezarlıklar yasak fakat Strasbourg’un Alsac ve Moselle yerel meclisleri yerel kanunlar sayesinde bu yasağı aşarak ülkede ilk Müslüman mezarlığının açılmasına karar verdi. İslamiyetin resmî din olarak kabul edildiği Avusturya’da Viyana Belediyesi başkentin güneyinde Müslümanlara ait ilk mezarlığı Ekim 2008’de hizmete açtı. 4,3 hektarlık bir alan üzerine kurulu olan ve 4 bin mezar kapasiteli mezarlık Petrol İhraç eden Ülkeler Örgütü (OPEC) ile Katar ve Suudi Arabistan’ın maddi katkısıyla yapıldı. Viyana’da Müslümanlara ait bir mezarlık açma girişimi 1980’lere dayanıyordu.


Avrupa’da yaşayan gurbetçiler vefat ettiklerinde genelde Türkiye’ye gömülmeyi tercih etmesine karşılık diğer Müslüman göçmenler Türklerden farklı davranıp bulundukları ülkeye gömülmeyi tercih ediyor. Hıristiyan mezarlıklarının içinde Müslümanlar için ayrılan bölümlerde çok sayıda Arap, Pakistanlı ve Afrikalıya ait mezar bulunuyor. Bunun başlıca sebepleri ise cenaze masrafının yüksekliği, gidilecek ülkenin uzaklığı ve bulundukları ülkenin vatan kabul edilmesi.



http://ift.tt/1mVxg6j

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder