23 Nisan 2014 Çarşamba

Yenilenme süreci ve otokontrol

Yenilenme süreci ve otokontrol


Bediüzzaman Hazretleri, halkın sosyolojik davranışlarını 1940’larda Kastamonu Lahikası’nda şöyle tahlil etmiş: “Geçen Ramazan-ı Şerif’te, Ehl-i Sünnet’in selâmet ve necatı için edilen pek çok duaların şimdilik aşikâre kabulleri görünmemesine hususî iki sebeb ihtar edildi.




Birincisi: Bu asrın acib bir hassasıdır. Bu asırdaki ehl-i İslâm’ın fevkalâde safderunluğu (kolayca aldatılabilmesi) ve dehşetli canileri de âlîcenâbâne afvetmesi; ve bir tek haseneyi (iyiliği) binler seyyiatı işleyen ve binler mânevî ve maddî hukuk-u ibadı (kul hakkını) mahveden adamdan görse dahi ona bir nevi taraftar çıkmasıdır. Bu suretle ekall-i kalîl olan ehl-i dalâlet ve tuğyan; safdil (aldatılabilen) taraftar ile ekseriyet teşkil ederek, ekseriyetin hatâsına terettüb eden musibet-i âmmenin devamına ve idamesine belki teşeddüdüne (şiddetlenmesine) kader-i İlâhiyyeye fetva verir, biz buna müstehakız derler.” Üstad Hazretleri, halkın tercih psikolojisini net olarak ifade ediyor. Bu açıdan bakınca ülkenin üzerine çöken kâbusun dağılmasını bu ‘esbab’dan beklemek yanlış. Sonuçta başa gelen her musibet Allah’tan gelir. Ya bizi terbiye edip olgunlaştırma amacı taşır veya üzerimize düşenleri yapmadığımızı ikaz hüviyetini taşır.


ESBABI GÜNDEMDEN PÜSKÜRTMEK


Hz. Üstad, Mesnevi’de “Merayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirmek için çobanın attığı taşlara musâb olan bir koyun, lisan-ı hâliyle, ‘Biz çobanın emri altındayız! O bizden daha ziyade faydamızı düşünür! Madem onun rızası yoktur; dönelim’ diye kendisi döner, sürü de döner. Ey nefis! Sen o koyundan fazla asi ve dâll değilsin! Kaderden sana atılan bir mûsibet taşına maruz kaldığın zaman; ‘İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn’ söyle ve mercî-i hakikîye dön! İmana gel! Mükedder olma! O seni senden daha ziyade düşünür!” Merci-i hakikiyi unutup başımıza isabet eden taşa öfkelenmek esbaba (sebebe) takılmak olur. Bu çobandan koyunları köpeklere yedirtmesi beklenebilir mi? Çobanın derdi sadece koyunlarının beslenmesi ve güvenliği. Bu nedenle sadece havlamalarına izin verir ötesine değil. Veya azgın bir pitbull’la karşılaşsak ama tasmasının kendi validemizin elinde olduğunu görsek, korkar mıyız? Çobanın attığı taş, köpeğin havlaması hatta pitbull’un saldırması… birer basit esbab. İnsanın hayvandan farkı burada ortaya çıkar. İnsan aklıyla hadiselerin arkasında hareket ettireni arar. Nur dersi almış her tilmizin ilk öğrendiği; esbaba takılmamak, hayır ve şer her hadisede Müsebbibü’l Esbab olan Allah’a dönmek, O’nun muradını anlamaya çalışmaktır.


OTOKONTROL VEYA KENDİNİ YENİLEME


Önce suyun başına yani evlere gidelim. Çünkü her tarlamız oradan besleniyor. O bozulursa her şey biter. Bu muhteşem şehrayinin menbaı, binbir çeşit çiçeğin mayasının karıldığı ve olgunlaştığı yer, Kur’an’ın ifadesiyle ‘büyut’ (24/36) evlerdir. O evleri Hocaefendi şu sözlerle anlatıyor: “Işık evler, gelmiş-geçmiş mukaddes binaların en velûdu, en doğurganı’dırlar; oralarda ışığa uyanan herkes, hemen karanlıkla hesaplaşmaya geçer. Bu evlerde, her fecir, bir fetih ve zafer rengiyle tüllenir. Onların her köşesinde, evrad-u ezkâr gülbanklar gibi gürler ve bu evlerin kutlu sakinleri her yeni güne, itmi’nan dolu, lezzet dolu masmavi duygularla uyanırlar. Onların dörtbir yanıyla nurlara açık dünyalarında, yokun, yokluğun yeri yoktur. Toplanırken talim ve terbiye için toplanırlar; dağılırken de bu kışla ve bu mektepte elde ettikleri temiz duygu, nezih düşünce, güzel ahlak, imanlı fazilet ve Yaradan’la irtibatlarının mükâfatını almak için dağılırlar.” İlk kontrol kalemi tutulacak uzvumuz: evler. Kalp ve beynin sağlığı vücut için ne ise evlerin sıhhati hizmet için o. Evler Kur’ani ifade ile ‘beyt’ler hizmet şiirinin en önemli dizeleri ve vazgeçilmez nakaratı. Sağlığının korunması her organdan defaatle önemli. Şimdi Hocaefendi’yi hayalen yanımıza alıp oraları gezdirelim. Ona dönüp gönül rahatlığıyla ‘Size ışık evler yazısını yazdıran o evlerin kıvamını koruyoruz, manevi iklimi ve onu ifade eden temizlik ve düzeni ile buyurun teftişinize arz ederiz’ diyebiliyor muyuz? Diyebiliyorsak Allah’a hamd edip şükür secdesiyle devam edelim.


MUALLİM, MUALLİME


Sonraki rüknümüz okulda muallim ve muallime; çarşı ve sokakta mürşid ve mürşide. Hocaefendi’nin ifadesiyle: ‘Onlar, âlayişsiz ve gösterişsizdirler. Duygu ve düşüncelerini anlatmak için, ne yüce mahfillere ne de muhteşem kürsülere ihtiyaç hissetmezler. Derûnî duygularının simâlarına aksetmesi, onlar için en yüce en samimâne bir anlatma yoludur. Dayanıklıdırlar ve darılma bilmezler. Yunus’un diliyle ‘dövene elsiz, sövene dilsiz ve gönülsüz’dürler. Nübüvvetin özünden gelen bir uzantı ile daha çok başkalarının lezzet ve acılarıyla dolu ve onlar için vardırlar. Ayaklarının önünde binbahar sökün etse, yine de yol ve yön değiştirmezler. Onlara göre makam aldatıcı bir tahterevalli, mansıp buz üzerine bir yazı, servet fırtınalarla yer değiştiren çerçöpten ibârettir.’ Ve sonra otokontrol soruları Hocaefendi’den: “Şimdi, acaba, arkada bıraktığımız koskoca bir devre içinde, muallim öğreticilik vazifesini yapabildi mi? Kalbine fer verip onu yüce ideallerle donatabildi mi? Yıllar yılı hayatı, mektepten ve muallimden öğrenmeye alışmış halkımızın, aç ve bitap bakışları karşısında, ona her yönüyle hayatı talim edip, ruhunu sefaletten kurtarabildi mi? Milletin ümit-ocağı deyip bel bağladığı ve bütün inkisarlarında gözünü ona dikip, ondan bir şeyler beklediği mektep, fonksiyonunu eda edebildi mi? Elde ettiği imkânları değerlendirip, duygu ve düşüncelerimizi rahatlıkla soluyabildiğimiz irfan yuvalarımızda, her şey olmaya müheyyâ bir nesil karşısında, vazifesini idrak edebildi mi?” Evet bu sözlerin müellifine dönüp ‘İrşad ve tebliğimizde, okul ve dershanelerimizde bu keyfiyette hizmet ediyoruz’ diyebiliyor muyuz?


ZULMÜN BİTİŞİ MAZLUMUN KIVAMINA BAĞLIYSA


Bu yenilenme sürecinde herkes bir kontrol kalemi edinmeli. Nefsimizden başlamak üzere her uzvun hayatiyeti kontrol edilmeli. Arızaların aslan payını yüklenerek kendimizi sorgulayalım. Allah’ın rahmeti, uzuvların oluşturduğu sıhhat bütünlüğüne ve bunun cemaatle ifadesine gelecektir.


Nurları okuya okuya ruhumuzun mantık ve itikad sütunlarını göklere dayayabildik mi? Hayatımıza o eskimez şaheserler Şadırvan’lar, Hisar’lar, Süleymaniye, Fatih ve Pendik’lerle aşk ve şevk yüklüyor muyuz? Allah’ın bir ‘misyon sihri’ lütfettiği bu ve diğer bihemta beyanı bir hizmet enstrümanı olarak yeterince kullanıyor muyuz? Yoksa Allah’ın tesir halkettiği bu ses ve söz beyanına ilgisizliğimizle küfran-ı nimet mi ediyoruz? Gözlerimiz sağda solda değil kıblede, rızada; dudaklarımız gıybete kapalı dua ve sohbet-i canana kilitli ise müsterih olabiliriz. Her şey Müsebbibü’l Esbab’ın kabza-yı tasarrufunda. Her zalim O’nun kudreti karşısında mini bir fiske mecalinde. Ama “Siz kendinizden sorumlusunuz, eğer siz doğru yolda olursanız doğru yoldan sapanlar size zarar veremez.”(5/105) Nemrutlar odun dağları inşa etse, ağızlarından ateş püskürterek gayzla feveran etse bize yakışan Hz. İbrahim (as) gibi ‘Değil mi ki Rabb’im biliyor’ deyip tevekkül etmektir. Gündemimizi Allah’tan gayrı her şeyden temizlemeli. Tek endişemiz ‘acaba bu olanlar bizim kıvamsızlık ve çiğliğimize İlahi bir ihtar mı?’ olmalı. Acaba Gayretullahı frenleyen bizim henüz kıvama ermeyişimiz mi diye korkmalı, titremeli. Eğer Allah zalimin hakkından gelmeyi mazlumun yitirdiği kıvamına tekrar kavuşmasına bağladıysa? Yani, zulmün bitişi mazlumun iradesine kaldıysa...



http://ift.tt/1mxI4r5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder