Cumhurbaşkanı Gül’le Budapeşte yolundayız. Gazeteci grubu renkli. 9 kişiyiz. Cumhuriyet’ten Can Dündar da var, Yeni Akit’ten Ersoy Dede de. Uçak büyük, işadamlarıyla dolu. Listede İbrahim Çeçen’in ismi vardı. Kendisi yok. Tekin İpek, davetliler arasında. Organizasyon, MÜSİAD’ın.
Hostese “Zaman gazetesi var mı?” diye sordum. “Kalmadı, ön taraftan getireyim.” dedi. Uçağın ön kısmında devlet erkânı oturuyor. Cumhurbaşkanı, iki bakan, milletvekilleri ve resmî kurumların yöneticileri. Zaman kapışılmış. Çok geçmeden, okunmuş bir gazeteyi getirdi hostes. THY’nin ambargosunu Cumhurbaşkanı Gül delmiş oldu. Devletin en tepesinden bir cevap bu THY’ye.
Yağmurlu bir Budapeşte karşıladı bizi. Herkesin kanaati aynı: Burası Avrupa’nın en güzel şehirlerinden. Tarihî doku öylesine canlı ki. Tuna, şehrin tam ortasından geçiyor. Bir taraf Buda, bir taraf Peşte. İki yakayı birbirine bağlayan gerdanlık gibi zarif köprüler.
İkinci gün hava açtı. Güneş kendini gösterdi. Muharrem Sarıkaya’nın dilinden düşürmediği Nazım Hikmet’in şiirinde yazdığı gibi. “Gökte bulut yok - söğütler yağmurlu - Tuna’ya rastladım - Akıyor çamurlu çamurlu...”. Gökte bulut yok ama Tuna tarihin ortasından çamurlu çamurlu akıyor. “Hey Hikmet’in oğlu...”.
Budapeşte, görülesi yer. Macarlar, Türkiye’ye çok sıcak. Yakınlık sonradan değil, köklerden. Cumhurbaşkanı Gül, tarihî parlamento binasını gezerken duvar ve tavandaki resimler dikkatini çekti. Yüzleri Sultan Alpaslan ve Atilla’ya benziyor. Tuğ var. Heyecanlandı. Başbakan Viktor Orban’a döndü “Bunlar bizim de simgelerimiz.” dedi.
Gül’le ilk görüşmeyi Budapeşte’ye iner inmez otelde yaptık. Sıcak gündemi konuşurken rahat değil. Tartışmanın bir tarafında kurucusu olduğu AK Parti var. Kendisini Çankaya Köşkü’ne kadar taşıdı. ‘Vefa’ frenliyor onu. Düşündüğünü açıkça söyleyemiyor. İçinden geldiği gibi konuşamıyor. Vefa tamam ama ülke ‘yangın yeri’. Havasızlıktan boğulmakta olan Öteki Türkiye var. Ses bekliyor. ‘Vefa nereye kadar?’ sorusu da meşru.
2014 hesapları göz ardı edilemez elbette. Görev süresi dolmak üzere. Aktif siyasete dönecekse ayağını basacağı zemin AK Parti. O yüzden kelimeleri seçerek konuştu. ‘Paralel devlet’ var derken hükümetin tezini kabullendi sadece. “Hükümet güvendiği kişilerle çalışır.” dedi. Çerçeveyi daralttı. Çözümün hukuk içinde aranmasını istedi.
İnternet yasasının iyi yanlarını da anlattı. Kısmi veto beklentisini yok etmedi. ‘HSYK’yı henüz görmedim’ dedi. Komisyon ve Genel Kurul’daki değişikliklerden sonra Anayasa’ya aykırılıklar giderildi mi? Ona bakacak. Açık ihlal görmezse sorunu Anayasa Mahkemesi’nin çözmesinden yana. Sanki eğilimi bu yönde.
Anayasa Mahkemesi vurgusunu onay işareti olarak yorumlamak doğru değil. Veto kapısını kapatmış değil. Düzenlemenin ilk hali anayasaya aykırılıklarla dolu.
Gül ikinci görüşmede daha açık konuştu. Mesajlarını genelleyerek verdi ama adresleri belliydi. Akşamın ilerleyen saatleriydi. Günün yorgunluğu herkesin üzerindeydi. Meclis’te burnun kırıldığı, kanın aktığı kavga görüntülerinin Budapeşte’deki özel sohbette gündeme geldiğini söyledi. “Çok mahcup oldum.” dedi.
Türkiye’nin yurtdışı algısına dikkat çekti. Türkiye’nin parlayan ışığını yitirdiğini anlattı. “Çok gürültülü memleket olduk. Buradan çıkmamız lazım.” dedi. Nasıl olacak? Siyasetçiler dil ve üslubuna dikkat edecek. Jargonunu değiştirecek. İlk adım bu. Medyaya müdahaleleri değerlendirdi. “Olamaz.” dedi. Gazetecilere isyan çağrısı yaptı. “Doğrularınızda ısrar edin. Yeri geldiğinde isyan edin.” dedi. Neye karşı? Müdahalelere karşı.
Güneydoğu’daki Öcalan posterlerine, demokratik özerklik mesajlarına tepki gösterdi. “Doğru değil, Türkiye’ye yararı yok.” dedi.
Cumhurbaşkanı Gül’ün siyasetçiden, medyaya kadar ‘uyarılarla’ dolu mesajları çok tartışılacak.
http://ift.tt/1gUuQCg
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder