Belli bir grup ya da topluluğa karşı gıybet, insanın ahirete yüzlerce hatta binlerce kişinin hakkı üzerindeyken gideceği anlamına geliyor. İlahiyatçılar, toplumsal anlaşmazlıkların arttığı günlerde galeyana gelip konuşurken bunu da hesaba katmak gerektiğine dikkat çekiyor.
Bir gün Peygamber Efendimiz’e bir adam gelerek, “İslam nedir?” diye sorar. Resulullah’ın (sas) bu soruya cevabı ‘güzel ahlâk’tır. İslam’ın tanımı olarak karşımıza çıkan ahlâk güzelliğinin sergilenmesinde en önemli uzuv ise dilimiz. Bu yüzden Peygamberimiz (sas), ağızdan çıkacak her sözün insana yüklediği vebale karşı müminleri pek çok kez uyarmış. Süfyan b. Abdullah’ın “Benim için en çok korkulacak şey nedir?” sorusuna Resulullah’ın, dilini göstererek “İşte budur!” cevabını vermesi de bunun en güzel örneklerinden.
İnsan her zaman üslubu ile sınanır, ancak bazı dönemlerde dil, tam bir imtihan sebebi olur. Bu dönemler kişisel kırgınlıkların arttığı günlerin yanı sıra toplumsal bir anlaşmazlığın yaşandığı vakitler de olabilir. İşte o günlerde bize tavsiye edilen galeyana gelip, doğru yanlış her şeyi anlatmak değil, ağzımızı hayra açmaktır. Zira gıybete meyyal olan nefisler bu dönemde sınır tanımaz hale gelerek imanımızı tehlikeye götürecek noktaya varabilir.
Gıybetini ettiğimiz kişiden helallik almadan kul hakkından kurtulamayacağımız gerçeği âyet ve hadislerle sabit. Topyekün bir grubun, belli bir kesimin hakkında gıybet yapmak ise kendimizi telafisi mümkün olmayan günaha atmakla eşanlamlı. Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Kadir Paksoy, Kur’an-ı Kerim’in bizi mutlak manada gıybetten sakındırdığına işaret ediyor. Paksoy, fert olarak gıybette kişinin o kimseyle dünyada helalleşme imkânı bulabileceğini hatırlatıyor. Ancak mesele bir topluluğun gıybetine dönüşmüşse “Dünyada helalleşme imkânı olmadığı gibi öte tarafta da bu vebalin kişi tarafından kaldırılması neredeyse imkânsızdır.” uyarısını yapıyor. Hakkında doğru yanlış söylentilere kapılarak konuştuğu topluluğun her bireyinden helallik alamayacak kişi için Paksoy, “Sevaplar işlese, kendisine göre kulluk vazifelerini çok iyi yerine getirse de öte tarafta şiddetli bir azaba uğratılacağını Peygamber Efendimiz’in uyarılarından anlıyoruz.” diyor. Durum böyle olunca ağzımızdan çıkacak kelimelerin ahirette nasıl bir vebal olarak karşımıza çıkacağını iyi hesap etmemiz gerekiyor.
Siyaset yaparken ya da herhangi bir toplumsal meselede büyük bir özgüvenle sarf ettiğimiz sözlerin Allah katında nasıl karşılandığını çoğu zaman düşünmeyiz. Açık oturumlardaki, sosyal medyadaki atışmalar evlere taşındığında fikir çatışmaları ‘bizim gibi düşünmeyene’ yakıştırdığımız kötü sıfatlarla noktalanır. Sonra gündem kapanır, sorun çözülür. Geriye ise kırılan gönüller ve telafisi mümkün olmayan kul hakları kalır.
Gıybet kapısı açılmıştır bir kere. Her kafadan çıkan seslere bir tane daha eklemekte bir sakınca görmeyiz. Oysa Hücurat Sûresi’nde Allahu Teala (cc), “Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir.” sözleriyle mü’min kullarını gıybete karşı uyarıyor.
Gıybetin yeni mekânı: Sosyal medya
Günümüzde sosyal paylaşım ağlarında da birçok şeyin yazılıp çizildiğini hatırlatan Kadir Paksoy, “Eğer gıybet niteliği taşıyan ifade varsa bunlar da aynı şekilde gıybet özelliği taşır.” diyerek, sosyal medyadaki ölçüsüz konuşmalara karşı uyarıyor. Hele bir de iftiraya, suizanna varan ve kul hakkı açısından daha büyük veballere yol açan bir boyutu varsa bu sözün sahibi için en büyük tehlike olarak gösteriliyor. Çünkü gıybet günahı üzerine bir de asla helallik alamayacağı kişi hakkında yalan yanlış konuşarak Hakk’a karşı gelme ekleniyor. Peygamber Efendimiz’in (sas) Hz. Muaz’a, “Annen yokluğuna yansın ey Muaz! İnsanları yüzüstü Cehennem’e sürükleyen, ancak küfür, iftira, sövme, gıybet gibi dillerinin ürettikleridir!” buyurması da bize hiçbir faydası olmayan laf kalabalıklarından sakınmamız gerektiğini hatırlatıyor. Hz. Muhammed’in (sas), “Kişinin her işittiğini söylemesi ona yalan olarak yeter.” beyanını da hatırlatan Kadir Paksoy, dedikoduların, düşünmeden konuşanların arttığı dönemlerde itidalli davranmayı ve sükutu tavsiye ediyor. Farklı günahların farklı kefaretleri olabileceğinin, ancak gıybetin dünyada helalleşmekten başka kefareti olmadığının altını çizen Paksoy, “Şahsıyla helalleşmek gerekiyor. Dolayısıyla bir topluluğa karşı gıybet çok daha büyük bir kul hakkı ihlalidir.” uyarısını yapıyor. Herkesin bunu düşünerek söylediklerinin ve yazdıklarının nereye vardığını hesap etmesi gerektiğini anlatan Paksoy, “Buna göre insanların insaflı, vicdanlı ve salih amel üzere olmaları gerekir. Yoksa hem bütünüyle bir toplumu husumete düşürecek hem de fertler büyük bir vebal omuzlayacaklar.” diyor.
Tekfir, kişiyi küfre götüren büyük tehlike
Müslümanların kendilerine ve birbirlerine yaptığı en büyük zulümlerden biri de tekfir. Müslüman kabul edilen bir kimsenin küfre girdiğini söyleyerek onun imanını sorgulamak olan tekfir hakkında Peygamber Efendimiz’in (sas), “Kim kardeşine kâfir derse, ikisinden biri mutlaka kâfir olmuştur. Eğer itham edilen kâfir değilse, küfür itham edene döner.” beyanı, her müminin bu konuda çok dikkatli olması gerektiğini göstermeye yetiyor. Doç. Dr. Kadir Paksoy, toplumdaki gıybet ve suizan gibi hususların önü alınmazsa ve insanlar kendilerini bu konuda sorgulamazsa bunun tekfire kadar gidebileceğini söylüyor.
Tartışmaların İslam ve din üzerinden yürütüldüğü vakitlerde ise bu büyük hata daha da görünür oluyor. Herhangi bir sebepten kızgın olduğu kişilerin imanını sorgulayan insan, dünyada bir şeyi düzeltemediği gibi ukbada da felakete sürükleniyor. “İnsanların iman ve mümin olma durumunu ancak Cenab-ı Hak bilir ve bu hususta hüküm verir.” diyen Paksoy, inanan bir insan hakkında kâfir demenin asla ortada kalacak bir hak olmadığına dikkat çekiyor.
Müslüman toplumlarda en büyük tehlikenin tekfir olduğuna değinen Paksoy, “Büyük günah işlemekle bile insan tekfir edilmez. Günahkârdır. Ama kâfirdir denilemez.” diyor. Bir Müslüman’ın her vakitte takip edeceği yol, Kur’an ayetlerinin ve hadislerin buyurduğu istikamet üzere yaşamak, Kâbe’den daha değerli olan müminin kalbini kırmamak olmalı. “Hele hele hilafı vaki beyanlarda onlara iftira gibi mahzurlu şeylerden elden geldiğince kaçınmamız, başkalarını da bu hususta uyarmamız gerekir.” diyen Paksoy, bunun müminliğin bir şiarı olduğunu hatırlatıyor.
http://www.zamanfransa.com/haber/guendem/aile-saglik/giybetin-yeni-mekani-sosyal-medya.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder