30 Aralık 2013 Pazartesi

Lohusalık sendroma dönüşmesin

Lohusalık sendroma dönüşmesin


Dokuz aylık hamilelik sürecinden sonra bebeğini kucağına alan anne, lohusalık diye adlandırılan yeni bir döneme girer. Bu süreçte salgılanan hormonlar, hamilelikte, doğum anında ve sonrasında yaşanan olaylar, annenin duygusal değişimler geçirmesine sebep olur.




Anne adayları için dokuz aylık süreç hayli heyecanlı bir bekleyiştir. Karnındaki bebeğinin hareketlerini hisseden annenin sabırsızlığı her defasında bir kat daha artar. Eve yeni gelecek misafir için oda hazırlanır, gardırop düzülür, hatta aile bütçesinde yeni planlamalar yapılır… Bu hayaller arasında en kutsalı da annenin bebeğiyle ilk karşılaşma ve onu emzirme anıdır. Ancak kimi zaman lohusalık dönemi öyle hayal edildiği gibi gelişmez. Anne ağlama nöbetlerine tutulur, bebeği kabullenmekte ona bakabilmekte zorluk çeker, daha alıngan ve hassas bir kişiliğe bürünür. Lohusalık sendromu denen bu hal iki üç hafta gibi kısa bir zaman dilimi içinde gerçekleşse de kimi annelerde maalesef birkaç sene gibi uzun bir döneme yayılan psikoza dönüşebiliyor.


Doğum öncesi, doğum anı ve doğum sonrasında yaşanan pek çok olay lohusalık sendromuna sebep olabiliyor. Psikolog Enise Akgül karşılaştığı vakalarda şahit olduklarını şöyle anlatıyor: “Hastane odalarında iki ailenin birbiri ile münakaşa ettiğini çok sık duyuyorum. O gece hastanede kimin kalacağından, bebeğin isminin ne olacağına, bebeğin kime benzediğinden, evde kimin yardım edeceğine, kimin elinin boş kimin dolu geldiğine kadar pek çok şeyin sorun olduğuna şahit oluyorum. Yeni doğum yapmış anne bir de bu konular yüzünden eşiyle kendi ailesi ya da eşinin arasında kalıyor. Bu sebeple lohusalık döneminde ebeveynlere çok iş düşüyor.”


Anneyle bebeğin ilk teması çok geciktirilmemeli

Lohusalık sendromunun anne adayının yaşıyla da ilgisi var. Özellikle on dokuz, yirmi gibi erken yaşta anne olan, duygusal olgunluğa ulaşmayan kadınlar bu durumla daha sık karşılaşıyor. Pedagog Adem Güneş o yaştaki bir annenin çocuk sahibi olmanın ciddiyetinin farkına varamadığının ve doğumdan sonra karşılaştığı gerçekliği kaldıramadığının altını çiziyor. Güneş’in altını çizdiği bir başka nokta da sezaryenle doğum yapanların normal doğum yapanlara göre bu durumu daha sık yaşaması: “Normal doğum yapan bir kadında prolaktin hormonu yoğun olarak salgılanır. Bu hormon annenin bebeğine kavuşma, onun kokusunu duyma isteğini artırır. Bu yüzden ilk sekiz ve on saatlik dilimde anneyi bebeğiyle buluşturmak, ilk tensel temasını bu hormon yoğun olarak salgılanırken gerçekleştirmesine yardımcı olmak gerekir. Böylece anne ve bebek arasındaki ilk uyum süreci başlamış olur. Bu da bağlanmanın en önemli aşamasıdır. Ancak sezaryen ile yapılan doğumlarda anne doğum sonrası acı çektiği için bebek ondan uzak tutuluyor. İlerleyen saatlerde de anne çocuğunu aldığında ona tepkisel yaklaşabiliyor.”


Prolaktin hormonunun tek görevi anneye bu duyguları hissettirmek değil. Bu hormon aynı zamanda annenin sütünün salgılanmasında da büyük rol oynuyor. Sezaryen doğumla bebeğini dünyaya getiren annelerde bu hormon salgılanmadığından ilk anlarda yoğun bir süt akışı gerçekleşmiyor. Adem Güneş’e göre bu durum da annenin psikolojisini olumsuz yönde etkiliyor: “Hamilelik sürecinde anne doğum yapar yapmaz bebeğini emzirme ve onu göğsüne alma hayalleri kurar. Ancak doğumdan sonra yeterince sütün gelmemesi sebebiyle anne hayal ettiklerini bulamaz. Bu durum da onun lohusalık sendromu yaşamasına sebep olabilir.”



http://www.zamanfransa.com/haber/guendem/aile-saglik/lohusalik-sendroma-donusmesin.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder